KÂMİL DEMİRTAŞ
Hüseyin oğlu Kamil Demirtaş l898 doğumlu. Görüşmemiz mülakat tarzında oldu.
Bediüzzaman'ı Barla'da ilk defa nasıl gördünüz?
İlk defa, 'memlekete bir hoca gelmiş,' dediler. Muhacir Hafızın küçük bir odası vardı. Ziyaretine vardık, elini öptük. 'Ben sizlerin misafirinizim,' dedi. Sekiz gün o adadan bir tarafa çıkmadı.
Günde l,5-2 saat uyurdu
Hangi mevsimdi?
Bahar olsa gerek. Bizim bağ vardı. Sekiz gün sonra câmiye getirdiler Üstadı. Eğrenni mevkiinde bir büyük taş var. O taşın dibinde kendi başına mütemadiyen risale yazıyor, sonra aşağı geliyordu. Bizim bağda kamıştan bir kelif vardı. Tek başına orada yatıyordu. Allah ne verdiyse onu yerdi. Zaten fazla yemezdi, uykusu da yoktu. Sabah namazından sonra l,5-2 saat kadar uyur uyumaz. O kadar, 24 saat içinde uykusu bu kadar. Geceleri zikreder, uyumazdı.
Geceleri zikrettiğini hiç gördünüz mü?
Tabiî. Dört-beş sene mütemadiyen orada kaldı. Ondan sonra Çam Dağına gitti.
Üstadın Çam Dağına gidişi
Çam Dağını nasıl buldu?
Garip köyünden birkaç kişi gelmişler, rica etmişler: "Bize de yakın olsan, biz de dâima sizi ziyaret etsek. Bir mevki var. Biz de yardım etsek de. Sen orada yatıp kalksan." "Olur" demiş.İlk defa Çam Dağının tertibini onlar yaptılar.
Sizin bağdaki hadiseyi anlatıyordunuz.
Biz orda yeriz, içeriz. Onun isteğini-süt ve yoğurt gibi- temin ederdik. En ziyade Muhacir Hafız ile görüşüyordu. Bir zikir esnasında, yatsıdan sonra, Muhacir Hafız oraya gelmiş, kelifin öbür tarafında bir çubuk var. Çubuğun altına gizlenmiş. "Birisi var, git ara," dedi bana, "Yabancı biri geldi, bize zararı dokunur" dedi. "Onu bul" dedi. Çıktım, sağa-sola baktım. Bulamadım, "Yok hiç kimse" dedim. "Gel" dedi. "Çık çubuğun altından" dedi. Muhacir Hafız oraya saklanmış. "Sen kendine acımıyorsan bize de mi acımadın" dedi. "Ben ne kadar eziyet çektim" dedi. "Hemen şimdi, nereden geldiysen oraya gideceksin" dedi. İzinsiz geldiği için bırakmadı. O da şöyle böyle demedi, gitti.
Çam Dağına hiç gittiniz mi?
Çok gittim. Çam Dağına 20-25 defa falan gittim. Bir defasında Sıddık Süleyman'ın yeğeni Hüseyin ile gitmiştim.
"Çam Dağında odun kestik"
Yanında kaldınız mı?
Bir gün gittiğimizde Burdur'un Ceylân köyünden üç misafir Üstadın ziyaretine geliyorlar. Oraya gelecekler. Aşağıdan, uzak bir mahalden Ahmet-Mehmet diye bağırıyorlar. O esnada Hüseyin'le Çam Dağındayız. Üstad da oradaydı. "Kimi arıyorsunuz?" diye ses verdik. Sesimize geldiler, bizi buldular. Üç hayvanda, altı sepet üzüm, hediye getiriyorlar. Yardım ettik, indirdik. Üstad, "Tava yok, kazan yok. Bunu ne yapacağız, pekmez mi kaynatacağız? Nasıl getirdiyseniz öyle götürün" dedi. Üstad kabul etmedi.
Sonra ısrar üzerine bir sepetini kabul etti. "Gerisini götüreceksiniz," dedi. Ben dedim: "Bir sepet siz, bir sepet ben, bir sepet Hüseyin (Keçeli) alır. Üç sepet kalır, onu da yarın aç gelir, açık gelir, dağın başında onlara verirsiniz" dedim. Kabul etti.
Sabah namazını kıldıktan sonra "Siz gideceksiniz," dedi. Onlar gittiler. Sonra biz çıra keseceğiz, üçümüz. Üstad, ben, Hüseyin. Ben yoruluyorum, baltayı Üstad alıyor, o yoruluyor. Hüseyin alıyor; birlikte kesiyoruz. Cübbeyi, sarığı çıkardı. Yorulmadı. Hava karardı. "Bırakın" dedi. Bulunduğu yerin beş dakika kadar ilerisine, Senirkent tarafına geldik, oturduk. Şimşek çaktı, gök gürledi. Çırayı kestiğimiz ağaca yıldırım düştü. Yıldırım ağacı köküyle çıkarmış. Çırayı üçe taksim ettik. Güzel bir atım vardı, kimseyi yanına yaklaştırmazdı. Ama Üstad ona binerdi.
"Üstadın hususi hizmetini görürdüm"
Daha başka hatıranız oldu mu? En son ne zaman gördünüz?
İstanbul'a giderken gördüm. Badem indiriyorduk. Mahdumla yoğurt, ekmek, çörek filân gönderdik. "Üstad meşgul" demişler. Mahdum geldi; "Kapıyı açmıyorlar," dedi. İkimiz geldik. "Üstad meşgul" dediler. "Birşey yapacak olursa bana yapsın, açın kapıyı," dedim. "Açmazsanız kırar girerim," dedim. Açtılar, girdik. Elimizde ekmek. Dedim, "şikâyetim var." Talebeler de duyuyorlar. "Bize kapıyı açmıyorlar," dedim. Bir celâllendi. "Nasıl açmazlar," dedi. "Benim sekiz dokuz senelik talebelerime kapı açılmaz mı?" dedi. "Bundan sonra bunlar geldi mi kapıyı açacaksınız, hiç itiraz yok," dedi. "Bir daha işitmeyeceğim, Kâmil geldikten sonra kapı açılacak" dedi. Tıraşını da ben yapardım. Üç günde bir sakal traş ederdim. Saçını yaptırmazdı. Saçı büyümezdi zaten. Traşı burada yapardım. Birkaç defa da bizim eve geldi, orda da yaptım. Usturayla traş ederdim. O gün mahduma ufak gümüş 25'liklerden bir tane vermişti. Bir 25'lik de bana verdi. "Bu cüzdanınızda olduğu müddetçe inşaallah yokluk görmeyeceksiniz" dedi. Çocuklarımın üçüne de aynı yerde dua etti. "Önceden ben fakirdim, şimdi zengin oldum. Ben sana aylık vereceğim" dedi. "Duanızı beklerim. Bana verilecek aylığı bir başkasına verseniz memnun kalırım" dedim. Kabul etmedi. Ben de 25 kuruş olan hediyemi aldım. Hepsi o kadar. O öyle birisiydi ki. Ne diyeyim, yüz senede böyle bir zat zuhur edermiş. Böyle büyük bir zât. O da buraya düştü.
Kendisi öyle birşey dedi mi size?
Kendi söylemez. Kendini büyütmez o. Dâima kendini aşağıda tutardı.