İSMAİL TUNÇDOĞAN
1903'de Karadeniz Ereğli'sinde dünyaya geldi. Aslen Harputlu bir aileye mensuptur. Ailesi Mühendisoğulları lâkabıyla bilinmektedir. 1933'de Maltepe Küçük Zabit Mektebini bitirdi. l954'de emekli oldu. 1943'de Bediüzzaman'ı Kastamonu'dan Ankara'ya, oradan da Isparta'ya getiren jandarma astsubayıdır.
"Üstadı Isparta'ya götürmekle vazifelendirildim"
"Maltepe Küçük Zabit Mektebini l933'de bitirip mezun olmuştum. Çeşitli yerlerde, bu arada Dersim'de vazife yaptıktan sonra, Kastamonu'ya karakol kumandanı olarak tayin edilmiştik.
"Mithat Altıok orada vali idi. Ben kendisini daha önceleri Düzce'de hükûmet doktoru iken tanıyordum.
"Beni çağıran Vali Bey,'Burada Bediüzzaman isminde bir hoca var. Bu zâtı incitmeden alıp Isparta'ya götüreceksiniz' dedi. Sabahleyin, yanında Safvet isimli bir polis memuruyla otobüse geldiler. Hoca efendi, Safvet'ten çok rahatsız oluyordu. Daha önceleri de bu adam kendisini taciz edermiş.
"Çankırı üzerinden Ankara'ya geliyorduk. Bir yerde namaz için mola verdik. Safvet'in gelmesini istemiyordu. Hattâ, 'Bu bizimle gelirse ben gitmem' dedi.
Üstadın Vali Nevzat Tandoğan'la görüşmesi
"Ankara'ya geldiğimizde Samanpazarı'nda bir otele indik. İki yataklı bir oda bulduk. Hoca, 'Ben ibadet ederim, yalnız kalmak istiyorum' dedi.
"Az sonra bir komiser geldi, Hoca ile görüşmek istedi. 'Vali seni istiyor, kalk gidelim' diye, biraz kaba ve saygısızca hareket etti.
"Hoca 'Gitmem, ben ona dargınım' deyince, komiser Hocaya karşı tedbirsizce hareket etti. Daha sonra başka bir komiser geldi. Karadenizli olan bu zât Hocaya hürmet etti, elini öptü.
"Yine Hoca, 'Ben ona dargınım, sen ona selâm söyle, ben gelmeyeceğim' dedi.
"Ben, 'Hocam, gidelim' dedim. 'Neden dargınsınız Efendim?' diye sordum.
"Senin aklın ermez,' diye cevap verdi.
"Ben, 'Burada reisicumhur, başvekil, onlardan sonra Vali Nevzat Tandoğan gelir, gidelim hocam' dedim.
"Bu teklifimi Hoca Efendi kabul etti. Bir fayton tutarak vilâyete gittik. Vali ile eskiden Milis Teşkilâtı zamanından tanıştıklarını söyledi. Vilâyette vali ile görüştükten sonra, elinde bir kasket ile dışarıya çıktı. Vali kendisini yolcu etti. Valinin arabası ile tekrar otele döndük.
"Vali, Hocaefendiye 'Merak etme, istasyona emir verdim. Kompartımanda sana yer hazırlattım' dedi.
"İftarı birlikte yaptık"
"Otele döndüğümüzde Osman isimli bir talebesi kendini bekliyordu. Ondan yoğurt istedi. Akşamleyin beraberce iftar ettik. Hoca akşam namazını kıldı. Daha sonra otelde imam oldu, beraberce teravih namazını kıldık. Bir gece yattık. Sabahleyin bir faytonla istasyona geldik. Polisler, bineceğimiz yeri gösterdiler. Tren yolculuğu esnasında kendisini Isparta'dan tanıyan bir zât ziyaretine geldi.
"Isparta'ya indiğimizde mahşerî bir kalabalık Hocaefendiyi karşılamaya gelmişti. Kendisini bir araba ile hapishaneye götürdük. Yollarda araba paralarını, meselâ yirmi beş kuru, elli kuruş gibi, hep ben veriyordum. Ben adliyede iken bir gardiyan geldi 'Hoca seni istiyor' dedi. Ben de, 'Buradan para almak için bekliyorum, parayı alınca gelirim' dedim.
"Daha sonra bir başka gardiyan daha geldi. 'Acele Hoca seni istiyor' dedi. Ben hemen hapishaneye gittim. Tabancamı başka bir gardiyana teslim ettim. İkinci katta Hocaefendinin yanına çıktım. Büyükçe bir semaver kaynıyordu. Hocaefendi oturuyordu. Bana doğru parmağını uzatarak;
"Gafil, paracıklarım gitti diye niye üzülüyorsun? Bu paraları vermek sana nasip oldu. Benim cüzdanım bile yok ki, sana para vereyim' dedi. Sonra beni bırakmadı, iftara alıkoydu. Yine davetlisi olarak beraberce iftar ettik, namaz kıldık. Karşısında bir zât diz üstü oturuyordu. Hapishane müdürüymüş. 'Müdür Bey bir telefon et, tren ne zaman kalkacak?' dedi. Müdür Bey, trenin saat on ikide kalkacağını söyledi.
"Ayrılırken elini öptüm, bana dualar etti. 'Bana hizmetin çok oldu, hakkını helâl et' dedi. 'Eline aldığın altın olsun' diye bana dualar etti.
"Bilhassa trene giderken birçokları Hocayı görmek istiyorladı. Kiminle görüşse, beş dakikada Müslüman ederdi. Gâvur gelse Müslüman olarak çıkardı yanından. Gözleriyle insanı kendine raptediyordu."