HİLMİ ARICI
l904 (l320) Kadınhanı doğumludur. Kösele ve kavafiye işleri ile meşgul olmaktaydı.
"Duyarak namaz kılıyordu"
Bediüzzaman'la ilk görüşmesini şöyle anlatıyor:
"l943 senesinde kösele, kıl çuval almak için Denizli'ye gitmiştim. Orada küçük bir otele yerleştim. Otel hükümet binasının karşısındayım. Bazan balkona çıkıyordum. Bitişikteki balkonda eski tip giyinmiş birisini gördüm.
"İstanbul'da bazı kimselerden, bütün ısrarlara rağmen kıyafetini değiştirmeyen Bediüzzaman diye bir zat olduğunu duymuştum. Bu zat da mutlaka odur diye düşündüm, kapısını tıkırdattım.
"Gir!' deyince içeri girdim ve elini öptüm. Elim elinde iken 'Said Efendi Hazretleriyle görüşüyorum değil mi?' dedim. Başını salladı. Ufak bir çorba tasından çorba içiyordu. 'Beraber içelim' dedi. Ben de yemek yediğimi söyledim.
"Ne âyettir ne de hadistir, fakat eskiden beri söylenen kelâm-ı kibar olan bir söz vardır, 'Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar.' 'Beni namaza kadar yalnız bırak, ben akşam namazına sizi çağırırım'dedi.
"Akşam namazı olunca beni çağırdı. Akşam namazını beraber kıldık. Namaza başlamasını tarif etmek zordur. Duyarak, yaşayarak namaz kılıyordu. Ben cemaat oldum, sonra dua etti.
Sakal meselesi
"Duadan sonra bana dönerek dedi ki:
"Belki hatırınıza benim sakalsız olduğum gelir. Bunu size izah edeyim de tereddüdünüz gitsin. Bu sünneti işlemediğimin sebebi: Benim bir milyondan fazla talebelerim vardır. Ben sakal bıraksam, bunlar da genç-ihtiyar hep sakal bırakacaklar. Gençlerdeki sakal ise akranları arasında istihza mevzuu olacaktır. Bu sebeble ben bu sünneti tehir ettim.'
"Yatsı namzında tekrar buluşmak üzere yanından ayrıldım.
"Odama gitmiştim. Bir müddet sonra otel kâtibi koşarak heyecanlı bir şekilde geldi:
"Aşağıya polis müdürü ve dahiliye müfettişi geldi, şu odadaki zatla görüşmeye çıkacaklar, bu odaya sakın girme' dedi.
"İki memur, az sonra Bediüzzaman'ın odasına girdiler, yarım saat kadar içerde kaldılar. Sonra çıkıp gittiler. Onlar gittikten sonra ben yine yanına girdim. Bazı sorularını cevaplandırdığını söyledi bana...
"Yatsıyı yine arkasında kıldım. Sabah namazına yine çağırdı, bu namazlarda da bambaşka bir heyecan duyuyordum. Namaza başlarken sanki kemikleri çatırdıyordu.
"Yine bu mübarek zatta, çok güzel birkoku duyuyordum.
"Muska yapmayız"
"Gerek otelci, gerekse civarda vazifeli kimseler, hakkında hep keramet anlatıyorlardı. Bediüzzaman'ın menkıbeleri halkın arasına da çok yayılmıştı.
"Bir çokları çamaşırlarını yıkamak istiyorlar. Çeşitli yemekler getiriyorlardı. Fakat o pek az yiyordu.
"Kadınhan'dan bazıları yine ziyaret için Denizli'ye gitmişlerdi. Bunlardan Haydar Özarslan ismindeki adam saralı idi. Otuz senedir hastaydı. Her gün sokakta düşer, bayılır ve çırpınırdı. Hep saralı gezerdi. Halini Bediüzzaman'a anlatarak duva ve muska istemiş. Bediüzzaman:
"Biz muska vesaire yapmayız. Yalnız ben sana dua ederim. Sen de bu duaya âmin de! Belki Allah şifa verir.'
"Sonra Bediüzzaman elini kaldırarak duaya başlamış:
"Yarabbi!.. Bu kulun zayıf, dayanamıyor. Bunun hastalığını bana ver. Bu adama şifa ver Yarabbi!...'
"Bizim memleketli olan bu adam ondan sonrasara hastalığı görmedi. İyileşip şifa buldu.
"Denizli'de Bediüzzaman'ı ziyaret eden iki tüccar arkadaş Hasan Kağnıcı ve Bekir koyuncu l50'şer lira para çıkarıp vermek istemişler.
"Biz para almıyoruz!' diyerek vermek istedikleri l50' şer lirayı reddetmiş.
"Daha sonraki yıllarda ben Konya'da meclis daimi encümen azası idim. Valinin yanındaydım. Dahiliye Vekili valiye telefon ederek, Bediüzzaman'ın Konya'ya sokulmamasını söyledi. Bilâhare Bediüzzaman'ın Konya'da durmadığını öğrendim. Aradan birkaç ay geçmişti ki, Urfa'da vefat ettiğini duydum."