SÜLEYMAN HÜNKÂR
Süleyman Hünkar'la görüşmemiz mülakat şeklinde oldu.
Kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Süleyman Hünkâr'dır. l335 (l9l9) tarihinde Denizli'nin Sarayköy ilçesinin Beylerbeyi köyünde doğdum.
Denizli hapsine hangi tarihte ve ne sebeple girdiniz?
l3 Ocak l938 tarihinde ağabeyimin nişanlısını kaçırmak isteyen birisini yaraladım. İsmi Osman Özkaya idi. Mahkeme devam ederken çeşitli mahkûmlar yüzünden kavga çıktı. Hapishanede iki kişi birbiriyle kavga yapıyorlardı. Ben onları ayırd etmek için vicdanen aralarına girdim. 'Sana ne oluyor?' diye bana saldırdılar. 'Sen ona yardım ediyorsun' diye bana yıkıldılar. Ben de üzerimde bir bıçak taşıyordum. Bacaklarından yaraladım. Yaralama suçundan yedi ay aldım, öteki suçla beraber üç sene sekiz aya çıkardılar. Ondan sonra yine beni öldürmek için gruplaştılar. Sürgünden arkadaşlarım gelmişti. Birisi Abbas Türkyılmaz'dı. Kendisi Kürt ismi ile anılırdı. İstanbul'lu idi. Diğeri Laz Osman, Rize'lidir. Onları misafire almıştılar. Onların yardımıyla beni öldüremediler. Bu arada onların elinde 5-6 bıçak, bizim elimizde 3 bıçak ile yaralamaya girildi. Birisi orada bıçaktan öldü. Üçümüze l8'er sene ceza verildi. Benim cezam 2l sene 8 ay 8 güne çıktı. Ötekiler de 30'ar seneden aşağıya olmamak üzere ceza yediler. Birisi Kars'a, diğeri Sinop'a sürüldü. Beni de Denizli'de bıraktılar. Sonra Çorum'a sürgün ettiler.
Bediüzzaman Said Nursî, Denizli hapsine geldiğinde nerede idiniz?
Denizli'de idim. Üstad Hazretleri gittikten sonra Çorum'a gittim.
Nasıl duydunuz? Kimden duydunuz?
Gelmeden önce Savcı Muavini (Cemil Söylemez) Hapishane Müdürü (Şevki Bey) daha evvel geldiler. Tabip, arkalarından başgardiyan, başçavuş da dahil olmak üzere: 'Şarktan bir bektaşi geliyor. Bununla kimse konuşmayacak. Konuşanlara dayak attıracağız. İşkence yapacağız' dediler. Daha sonra Üstad geldi.
Böyle bir kimse ile karşılaşacağınızı tahmin ediyor muydunuz?
Hayır bilmiyorduk. Geldi, evvelâ Ferani Meydanında karşılaştık. Biz üç bölümün arasına Ferani Meydanı diyoruz. Orada Hazret-i Üstad bir iskemle üzerine oturdu. "Hoş geldin Hoca Efendi dedik. Ben hemen çay-kahve ne içerzsiniz?" diye sordum.
"Kahve içmem" dedi. Hemen çay temin ettik. Ondan sonra umumî tuvaletin olduğu yerde iki üç gün yatırdılar, oraya bir yatak ayırdılar, sonra münferit yere geçti. Bizim konuşmamıza engel olacaklardı. Bizi Üstad ile görüştürmeyeceklerdi.
Size Bediüzzaman'la konuşmayın, eğer konuşursanız işkence yapacağız dedikleri halde nasıl yakınlık gösterdiniz?
"Biz sehpaya gideceğimizi bilsek Üstad Hazretleri ile görüşeceğiz" dedik. "Sizin sözlerinizi dinleye dinleye ömrümüz hapishanelerde çürüdü. Onun için biz sizden nefret okuduk. Biz öyle birisini arıyorduk. Allah Hazret-i Üstad'ı bize yolladı."
Münferid kısmına kattılar. Orası tek kişilik bir yerdi. Ufak suç işleyenleri birer kişilik yerlere katıyorlardı. Üstad'ı oraya kattılar. Tabii kapılar kapanınca idareden gören olmuyordu. Biz birbirimizin yardımıyla pencerenin önüne çıktık. Elini öptük, halini hatırını sorduk. O zaman Hazret-i Üstad: "Kardeşlerim, benim yüzümden zarar görmeyin, lâf duyarsınız, işkence çekersiniz, benim yüzümden" dedi.
"Hayır hocam siz hiç üzülmeyin, biz korkmayız. Herşeye razıyız" dedik. (Bu olay Üstad'ın içeri girmesinden iki-üç günsonra olmuştu.)
"Kardeşlerim, sağ olun, hoş bulduk" dedi.
Pencereye bir kişi çıkamazdı, birbirimizin üstüne basarak çıktık. Daha sonra Isparta'dan, İstanbul'a gelen hocaları da karşılaldık.
Üstad'la aynı zamanda mı geldiler?
Üstad Hazretlerini hapse attıkları zaman Kastamonu civarında zelzele başladı. Felâketler oluyordu. Taşköprülü Sadık Bey, Mehmed Feyzi Efendi, Çaycı emin Efendi, Hafız Tevfik beraber geliyorlardı. Geldiler, hep karşıladık. Üstad Hazretleri talebelerine emir veriyor: "Ne emriniz varsa, Süleyman Hünkâr'dan isteyin" diye.
Siz onu yapabilecek bir kimse miydiniz?
Halbuki ben yarım yamalak bir kimseydim. Halbuki beş vakit namaz kılanlar, hacılar, âlimler vardı. Onlara demedi. "Siz Süleyman'a bakın" dedi. Bütün Isparta'dakilerle beraber 65-70 talebesine beni tavsiye etti. 'Ne ihtiyacınız varsa Süleyman temin eder' dedi.
Siz hakikaten böyle bir ihtiyacı temin edebilir miydiniz?
Bilmiyordum, ben kendimde böyle bir kuvvet olduğunu. Biz üç Süleyman'dık. Denizli'li Hafızdı, diğeri Tire'li beş vakit namazını kılıyordu. Yani üç Süleyman vardı. Üstad yalnız "Beylerbeyli Süleyman" derdi. Meğer ki öbür Süleymanlar hem hoca ile konuşuyorlar, hem de idare ile konuşuyorlarmış. Biz de öyle bir durum yoktu. Olduğu gibi Üstad'a bağlandık. Hapisler için koğuşun birini hazırlattım. temizlettim.
Diğer mahkûmlar nasıl dışarıya çıkardınız?
Onların kendi rızasıyla. Arkadaşlara, "Misafirler rahatsız olmasınlar, ayrı bir yere koyalım" dedim. Temizlettik, onları oraya kattık.
Hapishanede hasımlarınız ne oldular?
Hasımlarım var ama, ne kadar baş kaldırmak isteseler bile barınamıyorlardı. Halbuki icabında hiç bir şeysiz geziyordum. Bir bıçak bile bulundurmuyordum.
Üstad size mektup yazdı mı? Gusledin, namaza başlayın diye haber gönderdi mi? Bu hâdise nasıl oldu?
Geldi. mektubu meydancı getirmişti. Üstad'ı çocuk koğuşuna göndermişlerdi. Oradan birkaç mektup daha gönderdi. O zaman namaz kılmıyordum. Kumarda, onu bunu dövme yolundaydım. Üstad gelince doğru yoldan ayrılmıyorduk. Amma ne de olsa sapıtıyorduk. Sonra namaza başlayınca kumar gibi yolları kapattık. O zamanlarda, l943'de kumardan günde bin lira kazanıyordum."
Paraları nereye veriyordunuz?
O paraları olduğu gibi, ne kadar fakir varsa içeride dağıtıyorduk. Onları idare ediyorduk.
Kastamonu ve İstanbul'lular geldiği zaman nasıl tanıştınız?
Hepsine hoş geldiniz, dedim. Âlim, cahil neyse... Bunların arasında Feyzi Efendi yatağını kapı eşiğine yaptırdı. Ötekiler de sıra ile benim yanıma geldiler. "Hoş geldiniz hocam" dedim. Daha sonra Sadık Bey, arkasından da Hilmi Bey geldiler. Beraate kadar ayrılmadılar. Yataklarımız hep bir aradaydı. Diğer hocaların koğuşları ayrıydı.
Sadık Beyle iyi tanışırdınız demek?
Sadık Bey de vaktiyle aynı bizim gibi kötü yoldan dönmüşlerden. Dedesi Plevne Kahramanı Sadık Paşa imiş. Sadık Bey, evine darılıp evden kaçmış. Kumar oynayıp, oynatmış. Ondan sonra Üstad Kastamonu'ya geldiği vakit onun talebesi olmuş. Nasıl olduğunu bana anlatmıştı. Onlar gelmeden, ben namaz kılmıyordum. Kılsam bile ara sıra. Onlar gelince artık bırakmadım. Abdestsiz gezmiyordum. Yatsı namazından sonra yatarken bile abdest alarak yatıyordum. Kur'ân okumayı Gönenli Mehmed Efendi öğretti. Fakat pişiremedim. O zaman meşguliyet fazla idi. Hapishanenin bir işini bırakıyorsun, öbürüne gidiyorsun. Namaz kılmayı da onlarla beraber öğrendim. Beraber cemaatle namaz kılardık."
Üstad ile nasıl görüştünüz?
Beni bazan savcı çağırırdı. Çağırdıkları zaman hemen Üstad karşıma çıkardı. Kapının ağzından, "Bir şey mi var?" diye sorardı. Zaten ben davrandım mı Üstad kapının ağzında bekleyedururdu.
Nasıl biliyor?
O bilir. Onda şüphe yok! Kapıda durur bir şey dediler mi, olduğu gibi, ne söylerlerse ben de Üstad hazretlerine söylerdim.
Üstad hakkında ne derlerdi?
Bunların hakkında bir şey söylemezlerdi. Söyleyemezlerdi zaten. Benim binsır vermeyeceğimi bildikleri için, onlar da bana bir şey sormazlardı.
Bir ara gardiyanlar seni demir parmaklıkların arkasından görmüşler. "Biz sana gösteririz" demişler.
Ben onlara fazla hakaret ettim.
Niçin?_
"İçeri girerseniz sizin kafanızı şişe ile kırarım" dedim. Korkularından giremediler.
Risaleleri dışarıya çıkarışında, "Siz bana verin, ben deve de olsa kaçırırım" demişsiniz. Nasıl oldu bu hâdise?
"Siz korkmayın devam edin" dedim. Bütün Başvekile, Cumhurbaşkanına, Bakanlara giden dilekçeler, risaleler benim yanımda yazıldı.
Kim yazıyordu?
Sadık Bey, Mümtaz Bey ve ben. Sadık Bey söylüyor, Mümtaz Bey daktilo ile yazıyor, ben de kolaçan ediyordum. Vaziyeti kontrol ediyordum. Bazı eksik yanı olursa Feyzi Efendi zaten yanımızda idi. Bizi kontrol ediyordu.
Daktiloyu nereden getirdiniz?
Arkadaşım, başkâtip Şevket Bey vasıtasıyla. Şevket Bey, Muharrem Beye veriyor, o da bize getiriyor. Onunla gece gündüz yazıyoruz. Yasak yok, idare ve mahkûmlar tarafından engel olan olmadı. Zaten bütün tenbihledim. Kısımlarda "Arkadaşlar, hocalar kalktığı zaman, herkes hazırol vaziyetinde duracak" dedim.
Yani hepsi mum gibi olacaklar.
Evet, bu kadar.
Sizi dinliyorlar mıydı?
Evet dinliyorlardı. Zopturuveriyordum. Yani sözden dinlemeyenler varsa, onlara zabutu (dayak) var diyorum. Sözüme hiç itiraz eden olmazdı. Meyve Risalesi Üstad hapishaneye Cuma günü ayak bastığı için, Denizli'nin bir Cuma gününün meyvesidir. Ondan Meyve Risalesi adını koydu.
Koğuşa nasıl gelir bu yazılar?
Yazıları meydancı Arnavut Âdem Ağa alır, gelir bize teslim eder. Hangisi olursa olsun, dost olmasa bile getirmeye mecburdur, o zaman için.
Açıktan mı gelirdi?
Evet. Bazan yasak zamanlar olduğunda kibrik kutularının içinde gelirdi. Sadık Bey etrafta cigara içiyordu. Tabi cigara içmesek bu işi yapamayacağız. Üstad bize cigara içmeye müsaade etti.
Ne dedi?
Onların cigara içmesi serbesttir" dedi. Çünkü cigara içmesek yazamayacağız.
Sadık Bey nasıl bir adamdı?
Sadık Bey, tecrübeli, oturaklı bir adamdı. Efendim, bu işlerde tecrübe lâzım. Öyle oluyor ki, tecrübesiz arkadaşlarla ne kadar samimi olursan ol, birisi gelir aranı bozar gider. Sizi birbirinize düşman yapar. Fakat tecrübeli, güngörmüş bir adamı, kimse ayıramaz. Bu durumlarda Sadık Bey bambaşka bir insandı.
Üstad "Tahliye olacaksınız' dedi mi?
"Kardeşlerim kurtulursunuz" dedi. Üstad'ın tahliye günü idareden dışarı çıkıyordum, yanına gittim. Gardiyanlar beni çevirdiler. "Haydi kardeşim, siz de yakında kurtulursunuz" dedi. "Kapıları Risale-i Nur Talebeleri açacaklar" dedi. "Halk Partisi af yapmak isteyecek, onlara nasip olmayacak" dedi. O zaman daha benim senem dolmamıştı.
Hapishanede Nur Talebelerine karışmak isteyenlere ne yapardınız?
Hayır, benim zamanımda Nur Talebelerine engel olan kimse yoktu, dinlemeye mecburdular. Dinlemeyen kalkar giderdi. Sus deyince dururlardı. Gece, gündüz Risale-i Nur bağırsan, konuşsan hiç kimse engel olamazdı. Kimsenin haddine düşmemişti. Zaten ufak bir gürültü oldu mu kulaklarından asılırdım. Sessiz konuşurlardı. Kimse ses çıkaramazdı.
Sadık Bey, diğer ağır cezalalılarla nasıl anlaştı?
Benim adamlarım olduğu için o da anlaştı. Dursun Atmaca 38 sene yedi. Mümtaz l8 sene, idamlık, müebbetlikler de vardı. Risale-i Nur'u dinliyorlar, namaz kılıyorlardı. Üstad bir defasında bahçeye çıktı. Gönenli Mehmed Efendi Kur'ân okuyordu. Üstad Hazretlerine iskemle atıverdiler. Bahçe kısmından bizim kapılar kilitli idi. Ben de pencereye çıktım. Üstad:
"Süleyman bizim ziyaretimize gelmedi, biz onun ayağına geldik" dedi. "Bizi buraya çeken Süleyman'dır" dedi.
Üstad'ın yüzü nasıldı?
Yok efendim, dünya yüzünde böyle bir yüz yok. Kıyafeti de öyle. Onun kıyafeti gibi gezdiğim yerlerde görmedim. Onunki ayrı bir kıyafetti.
Üstad'ı Denizli hapsinden sonra da gördünüz mü?
Isparta'da ziyaret ettim. Demokrat Parti zamanında, l953-54 yılları arasında. Yalnız gittim. Kapıyı çaldım. Etrafdaki komşular, kadınlar "Çalın kapıyı, çalın" diyorlardı. Mahalle alışkındı. İki talebesi geldi. "Kim diyelim" dediler.
"Beylerbeyli Süleyman geldi deyin" dedim. "Gelsin" demiş. Kapılar açıldı. Hemen sarmaşladık. Gözlerimden öptü. Oturduk, çay içtik.
"Kardeşim ben rahatsızım" dedi. "Bana üç defa zehir verdiler. Zehir bana tesir etmedi" dedi. "Bunlar mason" dedi.
"Efendim ben dalâlette (tereddüt) kaldım" dedim. "Halk Partili mi olam, yoksa Demokrak Partili mi olam?" dedim.
(Elini kenara silkeleyerek) "Halk Partisini şöyle bırak, onlar geberdi" dedi. "Domokratlar eğer sözümü tutarlarsa birşey olmayacak" Bir âyet okudu. "Bunu tatbik ederlerse aydınlığa gidecekler" dedi. "Sözümü tutmazlarsa, inadın üstüne ölüp giderler" dedi. "Hiç korkma kardeşim siz dindar kişisiniz, size kimse bir şey yapamaz, siz benim tasarrufum altındasınız, siz bin efesiniz" dedi. "Yani senin gibi bin tane, sözüne sadık kalan anlamında. Yoksa kılıçlı, silâhlı efe gibi değil. Üç gün misafir kalmanı isterim. Fakat rahatsızım" dedi.