SEYDİ KOÇAK
1913'de Emirdağ'da doğdu. Üstadın talebelerindendi.
"Karakol komutanlığı yapan bir arkadaşa, 'Bu zamanda üstad-ı kâmil var mı?' diye sorduğumda bana, Denizli hapsinde bulunan Üstad Bediüzzaman'dan bahsetmişti.
"Az zaman sonra, Emirdağ Çarşı Camiinde, 1944 yılının Ağustos ayında onu bana gösterdiler. Camide ellerinden öperek himmet diledim. Daha sonraları ise evine gitmeye başladım.
"Bizim komşumuz İbrahim Kantar vardı, Üstada çok hürmet ve hizmet ederdi. Afyon hapsinde de Üstada hizmetler etti.
"Bir göz ilâcının bile ücretini verdi. Kimseden hediye ve zekât almıyordu.
"Kardaşım Seydi, Vallahi'l-Azim hariçten birinin lokması mideme düşerse sancıdan yatamıyorum. Rica ederim, bana böyle birşey getirmeyin. Ben minnet altına girmemişim. Hayatım boyunca rızkımı Cenab-ı Hak ihsan ediyor' diyordu.
"Ara sıra değil de daima hizmet versin arzusundaydım. Bu arzu ile ziyaretine gitmiştim. Daha ben söylemeden, bana, 'Sen hizmet ediyorsun, sana şuradan anahtarı atıyorum, Çalışkan'ları çağır, Ahmed'i veya Mehmed'i çağır diyorum, bunu yapıyorsun, bu hizmet sana yeter' dedi.
"Ben 'İzin verin, yerleri süpüreyim, yahut su getireyim' deyince 'Hayır, hayır kardaşım, sana bu hizmet yeter' demişti, daha fazla ısrar etmedim. Emirdağ'a gelmeyip Isparta'da kaldığı zamanlar, oraya ziyaretine giderdim. Emirdağ'dan vedalaşıp, Isparta'ya gittiği zaman da yine hizmetindeydim. Üstada şöyle bir mevzu sordum; 'İslâmın sadası en yüksek olacak diyorsunuz. Bu gür sada daha ne zaman olacak Üstadım?" dedim.
"Acaip' dedi ve hemen cevap verdi: 'Bu siyasi değildir. Ben siyasetten de bahsetmek istemiyorum. İslâmın sadasının en gür bir sada olduğunu hep sizler göreceksiniz. Ben göremeyeceğim.'
"Bir de İhlas Risalesindeki Hıristiyanlığın İslâmiyete inkılâp edeceği meselesini sordum. 'Acaip, kardaşım' dedi ve Hıristiyanların tasaffi edip, sâfi bir hale geleceğini, Almanya'nın Müslüman olacağını müjdeledi.
"Üstad minnet almazdı, para ve hediye hiç almazdı. Minnetsiz yaşardı. Kimsenin çorbasını içmezdi. Evinde kedileri vardı. Bunlar başını çıkaran fareye bile dokunmazlardı. Üstad kediler için, 'Bunlar benim minettarım değil, ben bunların minnettarıyım. Allah bunların yüzünden benim rızkımı ihsan ediyor' demişti.
"Fare çıktığı zaman kedilere, 'Bunlara dokunmayın' diyordu. Hakikaten kediler de dokunmuyorlardı. Şöyle bir söz vardır: 'Himmet-i rical, tahrib-i cibal.' Evliyâullah himmet ederse, dağlar parça parça olur. Evliyâullah beddua ederse, dağlar param parça olur. Ama eliyâullah beddua etmez. İşte Bediüzzaman Hazretleri de böyle büyük bir zattı. 'Benimle konuşmaya lüzum yok, Risale-i Nur'dan himmetinizi, dersinizi alırsınız' diyordu.
"Üstada 'veli' dediler, kabul etmedi; Mehdi dediler, yine kabul etmedi. Bir gün Osman Çalışkan kendi kendine konuşuyor. 'Bu risaleleri nasıl yazıyor, Kürtten de olur mu bu?' diyor. Allah kendisine, kalbine, durumu bildiriyor. Yakub Aleyhisselâmın, 'Bizim halimiz şimşekler gibidir, bazen ayağımızın üzerini bile göremeyiz, bazen da kâinatı temâşâ ederiz' diye buyurduğu gibi, Allah bildirince herşeyi biliyorlar. Osman Çalışkan, Üstadın yanına gelince, Üstad kendisine, 'Kardaşım, ben seyyidim' demişti.
"Zamanın iman kurtarma zamanı olduğunu, tarikat zamanı olmadığını ifade ediyordu. 'Eğer İmam Rabbani de bu zamanda gelseydi, bütün himmetini iman-ı kurtarmaya verirdi. Bir imanın inkişafı binler kerametlere müreccahtır. Tarikatsız cennete gidilir, fakat imansız cennete gidilmez' diyordu.
"Bediüzzaman bir güneşti. Üstad 1944'te Emirdağ'a geldiği zaman, oğlum Ekrem de dünyaya geldi. Ekrem hastalandığı zaman Üstad himmet edip dua buyurdu ve çocuk şifa buldu."