Son Şahitler | Isparta Şâhitleri(II) | 47
(1-47)

VELİ IŞIK KALYONCU

 

1936 senesinde Kastamonu'da doğdu. İlk ve Orta tahsilini İnebolu ve Kastamonu'da yaptı. Ankara İlâhiyat Fakültesini bitirdikten sonra, Anadolunun çeşitli şehirlerinde muallimlik yaptı. 1989'da emekli oldu. Halen Bursa'da ikâmet etmektedir.

 

"Hazret-i Üstadı ziyaretim"

"Mektubat'ın tabedilmesi tamamlanmış sıra Tarihçe-i Hayat'ın basılmasına gelmişti. Tarihçe-i Hayat'ın başına, 'Önsöz'ün kime yazdırılma mes'elesi meşveret edildi. Neticede Medine-i Münevverede bulunan Ali Ulvi Beye yazdırılmasına karar verildi. Atıf Ural Ağabey kendisine bir mektup yazdı. O da fazla gecikmeden Tarihçe-i Hayat'ın başındaki 'Önsöz'ü gönderdi.

"Tarihçe-i Hayat'ın tabedilme çalışmaları, Tahsin Tola Ağabeyin 14 Mayıs Mahallesindeki evinde başladı. İki katlı gayet lüks evin üst katını bize tahsis etmişti. Ev çok lüks idi, ama bizim oraya serecek sergimiz bile yoktu. Üzerimizdeki battaniyeleri alıp bir odasına sermiştik. Orada tashih ve diğer çalışmalar yürütülüyordu. Diğer eserlerde olduğu gibi, bir formanın hazırlanışı tamamlanınca, ilk forma Hz. Üstada gönderiliyor; tashih ve tasvibinden geçince o forma baskıya veriliyordu.

"Hz. Üstad, hizmet taalluk etmeyen ziyaretleri kabul etmiyordu. Onun için Hz. Üstadı ziyaret etmek isteyenler Said Özdemir Ağabeyden forma alıp ziyarete gidiyorlardı. Arkadaşların hepsi Hz. Üstadı ziyarete gitmişlerdi. Ben utancımdan Said Ağabeye, bu sefer de ben gideyim diyemiyordum. Aylarca, sıra gelsin diye sabırla bekledim. Sonunda arkadaşların hepsi, bu defa benim gitmemi Said Ağabeye söylemişler; o da kabul etmiş. Bunu duyunca çok sevindim. Sevincimden geceleri gözüme uyku girmiyordu. Hz. Üstadı dünya gözüyle görecektim. Senelerce düşlediğim tahakkuk edecekti.

"Hz. Üstadın o günlerde Isparta'da olduğu öğrenildi. Hz. Üstad bazen Emirdağ'a geliyordu. Formalar da oraya gidiyordu. Bana Hz. Üstada götürmek üzere iki forma düşmüştü. Ankara'dan trene bindim; sabah saat dokuzda Isparta'ya vardım. Adres üzerine Rüştü Çakın Ağabeyin dükkânını buldum. Beni kendisi o has gülümsemesiyle karşıladı. Beni tanıyordu; Ankara'ya broşür mahkemesine geldiğinde görmüştü. Kendisine Hz. Üstada forma getirdiğimi söyledim. Bana, 'Biraz dükkanda otur, şimdi Hz. Üstadın yanından birisi gelir' dedi. Bir baktık, karşıdan Zekeriya geliyor. Zekeriya'ya beni Hz. Üstada götürmesini söyledi. O önde ben arkada yürüdük. Beyaz badanalı iki katlı bir evin tahta kapısı önünde durdu; zili çaldı. Kapı açılıncaya kadar ben de yetiştim. Bizi Zübeyir Ağabey karşılamıştı. 'Ben Hz. Üstada haber vereyim' dedi. Biraz sonra Hz. Üstadın 'Gelsin' emrini getirince, benim heyecanım son haddini bulmuştu. Hemen takkemi başıma geçirdim. Zübeyir Ağabeyin arkasından tahta merdivenleri çıktım. Sergisiz tahta salonun karşısında, odada Hz. Üstad başında beyaz sarığı ve üzerinde beyaz pamuklu hırkasını giymiş, karyolada oturuyordu. Zübeyir Ağabey, beni Üstada 'Kastamonulu Veli' diye tanıttı. Elini öptüm. Hz. Üstad üç defa şefkatle beni bağrına bastı. Her defasında 'Veli sensin, maşâallah kardeşim' diye iltifat etti. O kadar samimi, o kadar şefkatli, o kadar müşfik ve  merhametli idi ki, bunu tarip etmek imkânsız. O anda Üstad beni nereden tanıyor diye düşündüm. O zaman aklıma Kastamonu'dan Hz. Üstadı ziyarete gidenler bizden bahsetmişler. 'Kastamonu'dan lisede Nurları okuyan talebeleri var' demişler. Üstad da isimlerimizi sormuş ve deftere yazdırmış. Bu geldi aklıma. Zübeyir Ağabey benim İlâhiyat Fakültesinde okuduğumu söyledi. Hz. Üstad, 'İmam Hatipte okur' dedi. Bu üç defa böyle tekrar olundu. Zübeyir üçüncüden sonra sustu. Bunun mânâsını seneler sonra anladım. Hz. Üstad bana: 'Bak ben konuşmuyordum; sen geldin sesim açıldı. Seni Mehmed Feyzi gibi kabul ettim. Sen Feyzi'ye benziyorsun. Eğer (Zekeriya'yı göstererek) bunu yanıma almasaydım seni alırdım' diye iltifatta bulundu. Kastamonu'dan birçok kişiyi sordu. Bunlardan bir kısmını tanıdım, bir kısmını tanıyamadım. Hepsiyle ayrı ayrı alakadardı. Bize 'Hz. Üstadın yüzüne sakın bakmayın kızar' demişlerdi. Ben kaçamak olarak iki, üç defa baktım. Hz. Üstadın bilhassa gözleri, o kadar yaşlı olmasına rağmen çok keskin idi.

"Ben götürdüğüm formları Hz. Üstada takdim ettim. Bu formalar Afyon hayatına dairdi. Bizler yere yarı halka şeklinde oturduk. Tahirî Ağabeyde Hz. Üstadın ayak ucuna oturmuştu. Bizlere sırayla birinci formayı okuttu. Bazen kesip, 'Tahirî, böyle olmamış mıydi?'  diye soruyor. Tahirî Ağabey de, 'Evet Üstadım böyle olmuştu' diye cevap veriyordu. Birinci formanın okunuşu bitince Hz. Üstad bizi dışarıya çıkardı. Öğle ezanı da okunmak üzere idi. Öğle namazından sonra, öğle yemeği yendi. Öğle yemeği ekmek ve yaş üzüm idi. Hz. Üstad, 'Benim tayınımı Veli'ye verin' demişti. Hz. Üstadın günlük tayını küçük bir ekmeğin dörtte biri kadardı. Ben o ekmeği yememiş, teberrüken Ankara'ya arkadaşlara götürmüştüm.

"Hz. Üstadımız öğleden sonra bizi tekrar çağırdı. Tekrar yerdeki kilim parçasının üzerine oturduk. Hz. Üstadın evinde o kilim parçasından başka sergi görmedim. Yerler bembeyaz, temiz tahta idi. Hz. Üstad bize ikinci formayı da okuttu. Tashih işi bitmişti. Bizler tekrar dışarıya çıktık. Ağabeylerin kaldığı odaya geldik. Hz. Üstad biraz sonra beni çağırmış. Hz. Üstadın huzuruna üçüncü defa girmiş olduk. Hz. Üstad ban, 'şimendiferle hemen geri dönmemi, Ankara'daki hizmetlerimizin çok mühim olduğunu' söyledi. Ellerinden öptüm; tekrar beni bağrına bastı. Bayram Ağabeye, beni istasyona kadar geçirmesini tembihledi. Hz. Üstadın  huzurundan, huzur içinde sürurla ayrılırken, Cenab-ı Hakka, bu büyük insanı ziyaret etmeyi nasip ettiği için hadsiz şükür ettim.

 

İlk talebe dershanesi

"Doğuş Matbaasında tab işleri devam ediyordu. Bir gün Said Ağabey, 'Matbaaya yakın büro gibi bir yer tutalım, tab hizmetleri orada yapılsın' dedi. Ulus'ta, Dışkapı Caddesi üzerinde, o zamanki Murat Lokantası üstünde, büyükçe bir oda tutuldu. Artık tashih vs. işleri, burada yapılıyordu. Biz fakülteden çıkınca buraya geliyor geç vakitlere kadar çalışıyorduk. Nizip Aparmanındaki deshaneyi de, Dış  Cebeci'deki İlâhiyat Fakültesinin yakınındaki Artukoğlu Apartmanına taşıdık. Bir taraftan fakültelerimize devam ediyor, diğer taraftan hizmetlerle uğraşıyorduk. Burada yedi arkadaş beraber kalıyorduk. Mehmed, Kâmil, Hasan, Hüseyin Aşçı, İbrahim Canan, İbrahim Ergun ve ben. Burası aynı zamanda, sayıları az da olsa üniversitedeki dindar talebelerin uğrak yeri idi. Cumartesi akşamları, bu talebelerle toplanıp burada, Risale-i Nur dersi yapıyorduk. Çoğu zaman bu derslerimizde Bekir Berk Ağabey, Serdengeçti, Şevket Eygi de bulunuyordu.

"Hz. Üstadımız hizmet için, hizmetinde bulunan ağabeylerimizi Ankara'ya gönderdiklerinde bizde kalırlardı. Bu ağabeylerimize Hz. Üstadın hallerini sorardık, onlar da anlatırdı. Biz bu ağabeylerimizden çok istifade ettik. Üstadımız ekseriyetle bu ağabeylerimizi bir devlet büyüğü ile  görüşmek üzere gönderirdi. Bir defasında Üstadımız, Ayasofya'nın tekrar ibadete açılması için ağabeylerimizden birisini göndermiş; bunun için tek tek dindar milletvekilleri ile görüşmeler yapılmıştı. Bu görüşmelerin bazılarında biz de bulunurduk. Üstadımız daha çok hizmet gayesi ile Sungur Ağabeyi, sonra Ceylan ve Bayram Ağabeyi gönderirdi. Bazen Zübeyir Ağabeyi de gönderdiği olurdu.

"Bizler bazı akşamları, Risale-i Nur'u tanımış zatların evlerine derse de giderdik. Hergün belli zamanlarda beraberce Risale-i Nur'dan dersler yapardık. Namazlarımızı cemaatle kılar, dershanenin işlerini ve hizmetlerini iş bölümü yaparak yürütürdük. Bir taraftan da fakültelerimize devam ederdik.

 

Hz. Üstadın Ankara'ya gelişleri

"Bir gün Hz. Üstadın Ankara'ya geleceğini haber aldık. Hemen araba kiralayarak karşılamaya gittik. Ankara'nın Gölbaşı mevkiinde beklemeye başladık. Üstadın arabası uzaktan  gözüktü. Biz 40-50 kişi yolun kenarına dizildik. Önde iki üç tane trafik arabası olduğu halde, sur'atle geçti. Biz Üstadı selâmlarken, Üstad da bize iki eliyle selâm veriyordu. Üstad doğrudan Hacı  Bayram Hazretlerinin türbesine gitmiş. O zamanlar, ziyaret için, türbenin kapısını açmıyorlardı. Görevliler Hz. Üstad için açmışlar; içeride bir müddet yalnız kalmış. Oradan, kendisi için yer ayırtılan, sahibi Nurların dostu olan, Denizciler Caddesindeki Beyrut Palasa gelmişler. Biz de oraya geldiğimizde, otelin etrafını sivil polisler sarmıştı.

"Hz. Üstadın Ankara ve İstanbul'a gelip gidişlerine basın çok yer vermişti. Bütün gazeteler birinci sayfalarında büyük puntolarla 'Said Nursî Ankara'da,' 'Said Nursî İstanbul'a hareket etti!' gibi başlık atıyorlardı. Onların niyetleri ne olursa olsun, bunlar bir nevi ilânat oluyordu.

"Hz. Üstadı ziyaret için otele çok kişiler gelip gidiyorlardı. Fakat herkesi kabul etmiyordu. Hz. Üstadın son Ankara'ya gelişlerinde Ağabeyler, 'Buradaki Kastamonulu talebeler sizi ziyaret etmek istiyorlar' demişler. Hz. Üstad, 'Gelsinler' deyince, biz ayakkabılarımızı çıkarıp içeriye girdik. Hz. Üstad hepimize elini öpmeye müsaade etti. Hz. Üstadın eli hâlâ gözlerimin önündedir. Parmakları incecik bir deri bir kemik kalmıştı. Hz. Üstad ayakta bize beş dakika kadar ders verdi. Ağaçtan, yapraktan, çiçekten, çekirdekten bahsetti. Bunların Allah'ın varlığının şahitleri olduğunu anlattı. Bu Hz. Üstadı son görmemiz oldu. Cenab-ı Hak âhirette tekrar görmek nasip eylesin."

Ses Yok