Son Şahitler | İstanbul Şâhitleri(II) | 2
(1-30)

NİHAT YAZAR

 

Nihat Yazar 1925'te Adana'nın Osmaniye kazasında doğdu.

 

Volkan gazetesi sahibi Nihat Yazar, gazetesinde Üstad hakkında 'Bediüzzaman'ı zehirlediler' başlığı altında bir yazı yazmıştı. Bu yazıyı daha sonra Üstad kendi Tarihçe-i Hayat'ına konmasını emretmişti. Nihat Yazar, yazdığı bu yazıyı ve Üstadı ziyaret istediğini şöyle anlatmaktadır:

"Bediüzzaman Said Nursî ve onun cumhuriyet dönemindeki Müslüman Türk nesillerine örnek, izzet, vakar ve celâlet içersinde geçmiş hak mücadelesini benim neslime ve bütün Türk milletine önce Necip Fazıl Bey Büyük Doğu'suyla, sonra Eşref Edip Bey merhum Sebilürreşad'ıyla, daha sonra da Cevat Rifat Atilhan Bey merhum makale ve kitaplarıyla duyurdular ve tanıttılar. Daha sonraları ben onu çeşitli fırsat ve vesilelerle bizzat Necip Fazıl, Cevat Rifat ve hele de Eşref Edip Bey merhumun ağzından dâsitânî bir şekilde dinledim.

"Bana gelince, be bu mücahidler ordusuna yaşımın küçüklüğü sebebiyle ancak 1950'lerde İktisat Fakültesinde öğrenciyken yayınlamaya başlayacağım Volkan dergisiyle bir çömez olarak katılabildim. Dergideki 'Bediüzzaman'ı zehirlediler' yazısı,* onun şahsında Müslüman Türk milletine, Ramazan'da ve iftar sofrasında revâ görülen işkence ve bir zehirleme haberi üzerine kaleme alınmıştır.

"Adı geçen yazımın neşrinden, hatırımda kaldığına göre, on gün kadar sonraydı. Sinan Omur merhumu Vilâyet karşısındaki matbaasında dergimin tashih ve tertibiyle meşguldüm. Matbaada çalışanlardan bir tanesi, 'Ağabey, biri geldi seni görmek istiyor' dedi.

"Nerede?' dedim.
"Sinan Omur Beyin odasında' dedi.

"Kalktım ve gittim Odaya girdiğim zaman temiz giyinmiş Nur yüzlü, ben yaşta bir gencin oturduğunu gördüm. Tanıştık. Edebiyat Fakültesinin, yanılmıyorsam coğrafya kısmında okuyordu ve adı da Hüsâmettin idi galiba. Bana kendisini Bediüzzaman Hazretleri tarafından gönderildiğini, Üstadın beni gıyâben çok sevdiğini ve duâlar ettiğini ve beni ölen yeğeninin yerine kabul ettiğini söyledi.

"Nasıl övünmem ve sevinmem ki?"

"Çok sevinmiştim. Sevindim ve hâlâ da seviniyorum ve de sevineceğim. Nasıl övünmem ve nasıl sevinmem ki? Yaşı seksenlere ermiş ve Kur'ân'a ömür vermiş, Bedr'in arslanları misâli Allah kullarından biri beni tebrik ediyor, bana duâlar, selâmlar yolluyordu. Ben ki, kendini bilip mes'uliyetini icra ettiğim günden beri, 'Yüklendim yükümü, göçüm Allah'adır' iman ve şuûru içerisinde nefes alıp veriyorum. Hüsâmettin Bey matbaadan ayrılmadan önce, Bediüzzaman Hazretleri şimdi İstanbul'da, Fatih'te bir otelde kalıyorlar. Tedavi için geldiler. İsterseniz sizi yanına götüreyim' dedi.

"Sinan Omur Bey, benim 'Peki' dememe fırsat vermeden söze karışarak, 'Senin şimdi oraya gitmen doğru olmaz. Her taraf dilenci ve ayakkabı boyacısı kılığında bir sürü hafiyeyle doludur. Hem Efendi Hazretleri için, hem de senin için iyi olmaz. Derhal mecmuanı kapatırlar. Bu işi başka bir zamana bırakın' dedi.

"Çok sürmedi ve hâdiseden iki hafta sonra beni tevkif edip Sultanahmet Hapishanesine attılar.

"Hapishaneden çıktık ve Mısır'a gittik. 'Başka zamana bırakın' demişti Sinan Bey. Bıraktık ve mahşere kaldık. Allah'ım cümlesine rahmetve mağfiret eylesin, âmin."

(Nihat Yazar'dan bu bilgileri alıp gönderen Ali Sarıkaya kardeşime teşekkür ediyorum.)



* Bu yazı Tarihçe-i Hayatın son kısımlarından 557-558. sayfalarında yer almaktadır.

Ses Yok