Son Şahitler | İstanbul Şâhitleri(II) | 3
(1-30)

MUHSİN ALEV

 

1974 kışının soğuk, 6 Aralık Cuma günü, Batı Berlin'de Fray Ünivertesinin mescidini arıyorduk.

Nihayet arkadışım ve dostum İhsan Atasoy'la epey yorulduktan sonra cumadan önce mescidi bulabilmiştik.

40 yaşlarında kısa boylu bir zat, aradığımız Muhsin Alev Bey, yeni abdest almış bize doğru geliyordu.

Küçük mescidde namazı kıldıktan sonra, Muhsin Alev'in hatıralarını tespit etmeye başlamıştık.

Muhsin Alev'in Türkiye'den ayrıldığı yirmi yılı geçmişti. Yirmi yıl vatandan, dostlardan uzak kalmak, en katı kalpli bir insanı bile rikkate getirirdi.

Muhsin Alev Türkiye'yi, buradaki dostlarını, bilhassa Üstadı unutamıyordu. Hasretle, hicranla anıyor, gözleri dolu dolu... Dalmış yıllar öncesini hatırlayarak anlatıyordu:

 

Muhsin Alev anlatıyor

"Unutamadığım, asla unutamayacağım anlar Üstadımla birlikte geçen anlardı. Hele birgün Afyon'da mahkemede koridorda bekliyorduk. Üstadım başını omzuma dayamıştı. İşte o günün, o anın lezzetini unutamam. Hayatımın bundan daha mes'ut bir hatırasını hatırlamıyorum."

Muhsin Alev duygulu bir insan, bu duygularından birinde şunları mısralaştırıyordu:

"Üstadım Said Nur

Onun kitapları var Risale-i Nur

Yanında alır ve kırlara açılır,

Rüzgârlar onu okşar, güneş onu kucaklar,

Çiçekler tebessümle ona doğru bakarlar

Kuşlar cıvıldaşarak, ona doğru koşarlar

Çünkü kâinatta, fıraktan, ayrılıktan elemden bahsetmedi,

Sevinçten, kavuşmaktan, visalden haber verdi.

Böyle tefsir eyledi Nur'un bir bendesi."

1952 senesinde Üstad Bediüzzaman için açılan İstanbul Mahkemesinin diğer bir sanığı da Muhsin Alev'di.

1951 senesinde iki bin tane Gençlik Rehberi Risalesini matbaada bastırmıştı. Bu mahkeme dolayısıyla İstanbul'a gelen Üstad Bediüzzaman, Sirkeci'deki Akşehir Palas Otelinde kalıyordu.

 

Kendi dilinde

Söz, Akşehir Palas Otelinden açılınca Muhsin Alev Bey, Üstadla ilgili orada geçen hatıralarından yirmi beş yıl sonra hatırında kalanları başladı anlatmaya:

"Kâmil Öztürk ile birlikte Necip Fazıl Kısakürek'in yanına gidip geliyorduk. O yıllarda Necip Fazıl, Büyük Doğu faaliyetleriyle meşguldü. Necip Fazıl'la münasebetlerimiz devam ediyordu. Risale-i Nur'larda bazı parçaları Büyük Doğu mecmuasında neşrettiriyorduk.

 

"Necip Fazıl'ın Üstadı ziyareti"

"Üstad İstanbul'a gelince sanki bütün İstanbul halkı Akşehir Palas Oteline boşaldı. Hergün yüzlerce insan Üstadı ziyaret ediyordu. Bu arada bir çok tanınmış zevat da bu ziyaretçiler arasındaydı. Necip Fazıl da Üstadı ziyarete gelmişti. Üstad, kendisini alaka ile karşıladı. Bir sandalyeye oturttu.

"Necip Fazıl, kendisinin yanına gelip giden gençleri Üstad Bediüzzaman'ın yanında ve hizmetinde görünce (ben tahmin ediyorum) üzülmüş olacak ki, Üstad kendisine:

"Üzülme! Üzülme! Ben Doğucuları, Risale-i Nur talebesi olarak kabul ettim. Ben seni Risale-i   Nur'a yirmi senelik hizmet yapmış olarak kabul ediyorum' dedi.

"Yine Necip Fazıl'la olan görüşme sırasında Üstadın şöyle dediğini hatırlıyorum.

"Biz bir ağacın meyveleriyiz. Aramızda ayrılık-gayrılık yoktur. Ders almak ve kaynak bakımından aynı yere gidiyoruz.'

 

"Reşadiye Otelinde"

"Üstad Akşehir Palas Otelinden sonra, Fatih'teki Reşadiye Otelinde kalmaya başladı. Burada da çok ziyaretçiler gelmişti. Bunlardan birisi de Osman Yüksel Serdengeçti idi. Osman Yüksel'e şöyle demişti:

"Seni oğlum gibi kabul ediyorum. Oğlum olsaydı senin ismini koyardım. Yazılarında şahıslarla, bilhassa menfî şahıslarla uğraşma.'

"Üstad zaman zaman eski  hatıralarından da anlatırdı' diyen Muhsin Alev, bu hatıralardan şu latif meseleyi nakletti:

"Üstad eski gençlik günlerindeki hatıralarından anlatırken, mevzu 31 Mart Olayındaki Hurşit Paşa Divan-ı Harbinden açılmıştı. Mahkemede reise karşı söylediği,

"Eğer meşrutiyet İttihat ve Terakkinin istibdadından ibaret ise, bütün dünya ins ve cins şahit olsun ki, ben mürteciyim' cümlesini İmam-ı Şafiî Hazretlerinden ders aldığını söyledi.

"İmam-ı Şafiî Hazretlerinin Âl-i Beyte sevgi ve muhabbetinden dolayı, 'Sen Alevî misin, Rafızi misin?' diye sordukları zaman, Şafiî Hazretleri cevaben,

"Eğer ehl-i beyte sevgi ve muhabbet Rafizîlik ise, bütün dünya şahit olsun ki ben Rafızîyim' buyurmuşlardı.

"Bu eski günlerin geçtiği yerleri zaman zaman gezmeyi de çok severdi. Hassaten hatırası geçen yerleri bazen birlikte gezerdik.

"Yine böyle bir gezinti sırasında, eski Harbiye Nezareti olan İstanbul Üniversitesi merkez binasını gezerken, 31 Mart Olayında asılanların yerlerini göstererek, anlatıyordu. Kendisini de asılanların, pencereden gözüktüğü yerde muhakeme etmişlerdi.

"Yaptığı çok şahane ve celâlli müdafaadan sonra, beraat etmişti. Kendisi beraat etmekle kalmamış, bir çok suçsuz insanların da tahliye edilmelerini sağlamıştı.

"Bu şiddetli mahkemelerde suçsuzluğu tebeyyün etmişti. Temyizi, müdafaası ve avukatı olmayan mahkemede kararlar derhal infaz ediliyordu. Mahkemede beraat etmekle kalmamış, vuku bulan yanlışlıktan dolayı Hurşid Paşa Divan-ı Harbi kendisinden özür dilemişti."

Mezkûr yıllarda Üstad Bediüzzaman, gerek Gençlik Rehberi mahkemesi, gerekse Samsun mahkemeleri için iki yıl üst üste iki defa İstanbul'a gelip, üçer ay kalmıştı.

Kendisi bu yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde öğrenci olarak bulunuyordu

Muhsin Alev'in felsefe konularında da Üstadı ile konuştuğu olmuştu.

Bununla ilgili de hatıraları vardı. Birgün Üstad Bediüzzaman'la ders esnasında bahis Sokrat'tan açılmış. Muhsin Alev, Sokrat'ın zehir içerek intihar ettiğini söyleyince, Bediüzzaman, Sokrat'ın intihar  ettiğini kabul etmiyerek, şu cevabı veriyor:

"Nasıl intihar edebilir? İntihar etmedi, mahkûm edildi... Zehir içmeye mahkûm edildi. Neticede zehir içirilerek öldürüldü.

"İntihar etmek günahtır. İntihar eden, büyük katil olur.'

ğinin dört esasından birisi de şefkat oluşu itibariyle Üstad,

"Ben şefkat dersini çocukluğumda annemden aldım. Hikmet intizam ve nizam dersini de rahmetli babam Mirza'dan aldım' diye buyuruyordu.

 

"İstanbul'un fethinin 500. yıldönümünde"

"1953 senesinde İstanbul'un 500. Fetih yıldönümünde, Fatih Camii avlusunda yapılan merasimlere Üstad da iştirak etti. Tribünlerden bayramı takip etti. İlk defa hazırlanan ve gösterilere çıkan mehter takımını sevinçle seyretti. Mehterden memnuniyetini ve mesruriyetini izhar etti.

"Yine 1953 senesinde Beyazid'de Marmara Palas Otelinde bir kaç gün kalmıştı. Otelin penceresinden bakarken, derin bir tefekküre dalmıştı. Medreselerin ve mabedlerin harabe haline çok üzülmüş ve dertlenmişti.

"Eski medreselerin canlı olduğu günleri, binlerce medrese talebesinin girip çıktığı günleri hatırladım' diye hasretle bahsetti.

 

"Üstadın tedbir dersi"

"Birgün gece vakti Nur Risalelerini bir bohçaya doldurmuş, başka bir yere taşıyordum. Yolda bir arabadan karpuz almak istedim. Karpuzcudan fiyatını sordum. Bu sırada orada olan bekçiler benden şüphelendiler. Beni karakola götürdüler. Karakolda kitapları açıp baktılar, kimbilir ne zannetmişlerdi. Kitapları görünce bunlarda birşey yoktur diye beni serbest bıraktılar.

"Sabahleyin Üstadın yanına gittiğimde akşamki hâdiseyi aynen Üstada anlattım.

"Üstad bana tedbir ve dikkat dersi verdi.

"Niçin gece götürüyordun. Gece götürmeye ne lüzum var. Gündüz götürseydin' dedi.

"Zaman zaman bize çeşitli dersler verirdi.

"Yine birgün bir vesilesini bulmuştu;

"Abdülmuhsin'in eli, dili kalbi iyidir. Fakat aklına karışmam' diyordu.

"Bazen çeşitli meseleler olunca Üstad yazmamı isterdi. 'Yaz unutursun' derdi. Sonra daima sorup istişâre etmemi isterdi. 'İki kişiye sormadan birşey yapma' derdi. 'Eline, diline itirazım yok, fakat senin aklına karışmam' derdi.

 

"Asıl suçlu erkeklerdir"

"1953 senesinin bahar aylarında Fırıncı Mehmed kardeşin Çarşamba'daki evinde kaldığı günlerde, gezmeye çıkacaktı. Bizim beraber gelmemizi istemedi. Yalnız başına gitmek istiyordu. 'Bugün beni bırakın, ben yalnız başıma gideceğim' dedi.

"Tramvayla gidip çeşitli yerleri gezmişti. Akşam döndüğünde kadınların açık-saçık halleri üzerinde durdu. Hanımların bu şekilde açık gezmelerinde ve açık giyinmelerinde, erkeklerin suçlu, kabahatli olduğunu, büyük suçun erkeklere ait olduğunu söyledi. Kadınlara makamlarından fazla hürmet ettiklerini, yüksek muamele yaptıklarını, onlar bir er ve onbaşı iken, albay gibi muamele ettiklerini; bunun neticesi olarak da kadınların hakimiyeti ellerine alarak istediklerini yaptıklarını, açık-saçık gezdiklerini üzülerek anlattı.

çe-i  Hayat'taki, Tiflis'te Şeyh Sanan Tepesinde Rus polisiylee aralarında geçen konuşma bahsolundu.

"Benim içimden, oralara gitmeyi çok arzu ediyordum. Bu arzumu Üstad hissetti. Bana hemen cevap verdi:

"Hayır sen oraya gitmeyeceksin. Seni Tiflis'e göndermeyeceğim. Oraya Sungur gidecek. Sungur'u göndereceğim. Sungur, Tiflis'e gidip benim medresemi açacak!'

 

"Üstadın Fener Patriğiyle görüşmesi"

"Çarşamba'da Ziya Arun kardeşimizle birlikte gezmeye gitmişlerdi. Eve döndüklerinde Ziya Arun heyecanlı bir şekilde. Üstadla birlikte Fener Patrikhanesine gittiklerini ve Üstadın Patrik Athenagoras'la görüşüp konuştuğunu anlattı.

 

"Nur Âleminin Bir Anahtarı'nın yazılması"

"İstanbul'da 1953 senesi baharında en son eseri Nur Âleminin Bir Anahtarı'nı telif edip bitirmişti.

"Bu eserine bir isim koymak istiyordu. Bize ders vermek ve hem de istişârenin ehemmiyetini bildirmek için, bize sordu, istişâre yaptı. Neticede Nur Âleminin Bir Anahtarı isminde karar kılındı ve esere bir isim verildi. Bu risale aynı zamanda Üstadın yazdığı en son kitap oldu.

 

"Nevruz mahlûkatın bayramıdır"

"Üstad gezmeyi, bilhassa bahar ve yaz aylarında kırlarda dolaşmayı çok severdi. Mahlûkatla, mevcudatla başbaşa kalıp, derin derin tefekkür ederdi.

"İstanbul'da Nevruz günü (21 Mart) kıra giderken, bizi de yanında götürdü. Kırda,

"Bugün mahlûkatın bayramıdır' diye Nevruzun önemini bize anlatmıştı. Kırdaki köpeklere ekmek parçası verdi.

"Bugün, bu Nevruz bayramından, bu köpeğin bile bir hissesi vardır. Bahar mahlûkatın bayramıdır. Biz de onların bayramına iştirak edelim' demişti. Çok sevinçli bir hali vardı Nevruz günü...

 

"Tavus Kuşlarındaki İlahî sanat"

"Yine güzel bir bahar günü... Günlük güneşlikti. Ziya Arun kardeşimiz de beraberimizde namaz kılmak için Yavuz Selim Camiine gittik. Namazı camide kıldıktan sonra, caminin önündeki eski Bizans su sarnıcı, o zamanda çiftlik olan yeşil bahçeliğe indik. Çiftlikte rengârenk tavus kuşları vardı. Üstad, kuşları görünce onlarla çok alâkadar oldu. Hayran hayran temaşa etti. Sonra bize dönerek hislerini ifade buyurdu:

"Nur Risalelerinde bu kuşlardan bahsetmiştim' diye onlardaki İlâhî sanatı nazara vererek dersler yaptı. Kuşların sahibine para verdi. Bu para ile kuşlara yem  almasını söyledi. Belki de, on-on beş dakika sevinç ve huzurla tavusları seyretti.

Üstad, zaman zaman eski esaret günlerinden den bahis açarak sohbetler yapardı. Yine böyle bir hasbihalde, Rusların kendisine çok daha fazla zulüm yapmak istediklerini, fakat, 'Bu bizim çocuklarımıza ve kadınlarımıza dokunmadı, onları kesmedi' diye fazla eziyet etmediklerini anlatmıştı.

 

"Ben Abdülhamid'e veli nazarıyla bakıyorum"

"İstanbul'da Sultan Abdülhamid hakkında kitap yazan bir adam, merhum padişaha çok hücum edip hakaret ediyormuş. Bunu Üstad duyunca üzüldü. Bize,

"Sultan Abdülhamid 60 milyon Müslümanın halifesiydi. Ben ona bir veli nazarıyla bakıyorum' diye buyurarak Abdülhamid Han hakkında bir lahika mektubu neşretmişti.

Çok çeşitli ziyaretçiler gelirdi. Akşehir Palas Otelinde Urfalı iki kardeş gelmişti. Üstad bunların aşırı hürmetlerinden sıkıldı. Ağlayıp duruyorlardı. Bunlar Üstada çok fazla hürmet ediyorlardı.  Bunların aşırı hürmetlerini kabul etmedi.

"Kardeşim, şimdi hürmet zamanı değil, hizmet zamanıdır' diye ikaz etti.

Üstadı ziyaret ediyorlardı. Hafızlara hafızlığın ehemmiyetinden bahsediyordu:

"Siz de hafızsınız biz de hafızız. Biz Kur'ân-ı Kerimin mânâsını, siz de lafzını muhafaza ediyorsunuz' diyordu.

Çok basit yiyeceklerle günlerini geçirirlerdi.

"Trabzonlu imam ve aynı zamanda lokantacı olan zattan getirdiğimiz yemeklerden pek az yerdi. Düstur ve prensiplerini bozmazdı.

"Şarklı bir zat gelmişti. Üstadla Kürtçe konuşmak istiyordu. Üstad,

"Kardaşım, Türkçe konuş, bunlardan saklayacak bir şeyimiz yoktur. Hem ben Kürtçeyi unutmuşum' dedi.

"Kürtler, İran'da, Suriye'de ve Türkiye'de vardırlar. Eğer onlar İslâm milliyetini esas alarak kabul ederlerse, ittihad-i İslâma sebep olacaklardır. Böylece, onlar bölücü bir unsur değil, bilakis ittihad-ı İslâma sebeb olurlar' dedi.

*  *  *

"Üstadla Bakırköy taraflarında kırlara çıkmıştık. Orada Süleyman isminde Beyrutlu bir Hıristiyan, koşarak Üstada doğru geldi. Üstad, bu adamı reddetmedi, kabul etti. Biraz onunla sohbet ettiler. Adam ayrılırken Üstad kahve hediye etti. Sonra Üstad kahveyi bana verdi.

"Üstadın bu Hıristiyanla görüşmesinden çok sevindim ve şevke geldim. Namaz vakti girmişti. Elimi kulağıma atıp, cezbe ile ezan okumaya başladım. Ezan okurken çok bağırmışım. Üstad beni ikaz etti.

"Keçeli! Ne bağırıyorsun böyle?' dedi.

"Bakırköyden gelirken Muammer Topbaş'ın arabasındaydık. Arabada Musa Topbaş ve Mustafa Oruç da (Ramazanoğlu) vardı. O gün okunan mevlidi arabasının radyosundan dinleyerak takip ettik.

"Bu mevlidin bahsi Nur Âleminin Bir Anahtarı isimli Risalede geçmektedir.

ünlerinden bahsederdi. Bütün ilimleri elde ettiğini, okuduğunu söyledi. Yalnız organik kimyayı tam elde edemediğini ifade etti.

ün Enver Paşadan bahsetti. Onun Orta Asyada şehid oluşunu iyi bir şekilde anlattı.

" Ziyaretine gelen tıbbiyeli bir arkadaş, 'Ben namazımı kılıyorum, fakat ibadet esnasında kalbime fena şüpheler geliyor' deyince, Üstad da beni göstererek;

"Bak buna! Felsefe tahsil ediyor, hiçbir şüphesi de yok. Bundan ders al, Nur'ları oku' diye ona nasihat etti.

 

"Evine dön"

"Bafralı İhsan Efendi Emirdağ'da Üstadın ziyaretine gitmişti. Üstad,

"Kardeşim ben seni genç zannediyordum. Sen ihtiyarmışsın. Dön git köyüne!... demiş.

"Kendisi İstanbul'a gelmişti. Ali Fuat Başgil kendisinin sınıf arkadaşıymış. Merhum Başgil'e Risale-i Nur'lardan bahsetmiş. Başgil alâka ile dinlemiş.

"Başgil, 'Madem Üstad sana köyüne dön demiş, sen hemen köyüne dön' diye İhsan Efendiye söylemiş. Bafralı İhsan Efendi, bir hafta sonra köyünde vefat etmiştir.

 

"İman hizmeti ve Kur'ân hizmeti"

"İstanbul'da bir bayram günü Üstad, Gönenli Mehmed Efendinin evine bayramlaşmaya gitti. Gönenli evinde yoktu. Üstad, kapıdan selâm ve bir not bıraktı. Gönenli'ye hitaben,

"Kardeşim, siz olmasaydınız. Kur'ân hizmetini biz yapacaktık. Biz iman hizmetini yapıyoruz, siz de Kur'ân hizmetini yapıyorsunuz' diyordu."

Üstad Bediüzzaman'la ilgili bize bunları anlattı. Hatıralarının sonunu Muhsin Beyin şu içli ifadeleriyle bağlamak isterim:

"Afyon'da mahkeme salonunda beklerken, Hazret-i Üstad bana yaslandı. O günü hiç unutamıyorum. Yirmi yıldır annemden, babamdan, vatanımdan, hepsinde de acı olan Üstadımdan ayrılıp buralara geldim.

"Üstadımla geçen günlerim hayatımın en mesut anlarıydı."

Ses Yok