ATIF URAL
Nur Risalelerinin 1957'de Ankara'da yeni yazı ile resmen matbaalarda basılmasında emeği geçen Atıf Ural'ın ismi mezkûr neşriyatta, neşredenler kısmında "Hukuk Fakültesi son sınıf talebesi" olarak geçmektedir. Merhum Âtıf Ural Nur Risalelerini ağabeyi Kemal Ural vasıtasıyla tanımıştır.
Âtıf Doğan Ural'ın hanımı Aydoğdu Ural, merhum beyi hakkında bize şu bilgileri vermiştir:
"Âtıf Ural, 1933'te Kars'ta doğdu. Babası Ali Baha Ural uzun seneler hakimlik yapmış, mekteb-i kuzat mezunu, Rizeli bir zatmış. Annesi ise Erzincanlı. Kendisi Ankara Hukuk Fakültesi mezunudur. Talebeliği esnasında Sözler, Mektubat gibi risalelerin yeni yazı ile ilk neşrinde çalışmıştır. 1959 senesinde, Kastamonu'da hakim A. Cemal Tümer'in (1980 Ağustos'unda vefat etti) kızı olan benimle evlendi. İki kız evlâdı dünyaya geldi.
"Sason, Nusaybin ve Bozkurt savcı yardımcılığında bulundu. 1966 senesinde Bozkurt'ta vazifeli iken, siyatik tedavisi için Ankara Tıp Fakültesinde fizik tedavisi görürken, âniden rahatsızlandı ve aynı hastahanede tetanoz teşhisi konuldu. Bir hafta sonra, 18 Eylül 1966'da vefat etti."
Atıf Ural, Hz. Üstadın Vasiyetnamesinde isimleri geçen 12 "Vâris"ten birisidir. (Bkz. Mustafa Sungur'un hatıraları)
Kıbrıslı Nur talebesi
Elimizde, Nur'ların ilk neşir yıllarında, Âtıf Ural'ın Kıbrıs'tan matbaa malzemeleri gönderen Hizber Hikmetağalar'a yazdığı kıymetli mektupları bulunmaktadır.
Hizber Hikmetağalar'ın bize verdiği mektuplardan, 19 Haziran 1955 tarihli ve "Duanıza muhtaç kusurlu kardaşlarınız İsmail Doyuk, Âtıf Ural" imzalı mektupta merhum Ural, Kıbrıslı Nur talebesine şunları ifade etmektedir:
"Aziz, mübarek kardaşımız,
"Gönderdiğiniz para ve müjdeli mektubunuzu aldık. Allah razı olsun ve hizmet-i Kur'âniyede muvaffakiyet versin. Bütün dost ve kardeşlerimize aynı dua ve temennîyi ediyoruz. Yalnız, hatırımızda kaldığına göre kitapların bedeli 21-22 lira idi. Sizler 30 lira göndermişsiniz. Herhalde sizlerin ihtiyacı olduğu münasip bir zamanda bu borcumuzu kitap göndermekle öderiz.
"Bundan evvelki gönderdiğimiz mektubunuzu aldık. Siz 'Kitapları aldık' deyince, geç geleceğini ümit ettiğimizden, ilk postadaki kitapları aldığınızı zannettik. Tekrar sorduk, kusura bakmayınız. Hizber kardaşımız tarafından tahrir edilen mübarek nurlu yazıyı Üstadımıza gönderdik. Muhakkak ki, o kardaşımıza ve hepinize dua etmiştir ve çok memnun olmuştur. Elhümdülillah, her tarafta Nur'ların neşri ve yazılması devam ediyor. Tahkikî imanı aşılayan Risale-i Nur, âlem-i İslâmı ve sonra bütün dünyayı zulmetten nura çıkaracaktır. Rıza-ı İlâhîyi istihdaf edip, faidesini kör gözlere de gösterdiğinden, inşaallah önümüzde çok müjdeleri haber veriyor. Âzamî fedakârlık, âzamî sadakat, âzamî ihlâs, âzamî dikkat düsturlarıyla yüründüğünden, çöken mutlak zulmet biraz aydınlandı. Âdeta fecir misali. Risale-i Nur, tahkikî imanı neşrediyor. Bu tamamlanınca haber verilen o saadetli günler doğacak. Her ne ise, bizler neticeye bakmayarak kulluk icabı vazifemizi yapalım, rızası için çalışalım, neticeyi Allahü Teâla ihsan edecektir ve Onun vazifesidir. Hakikî dersi Risale-i Nur verdiğinden, sizi noksan istidat ve kalemimle fuzulî meşgul ettiğimden kusura bakmayın. Hepiniz Hakka emanet olunuz. Dünya ahiret kardaşız. Bu ulvî ve kudsî dâvâda el birliği ile çalışalım... İnşaallah. Bütün alâkadarlara ve hepimiz selâm ve hürmet ederiz."
"Atıf Ural'dan hâtıralar"
2 Kasım 1966 tarihli, 273 sayılı Yeni İstiklâl dergisinde Avukat Gültekin Sarıgül, "İsimsiz bir mücahid: Âtıf Ural'dan Hatıralar" başlığı altında şunları ifade ediyordu:
"Memleket çapında tanınmamış olsalar bile, mukaddes dâvânın nice kahramanları vardır. Onlar hakikî kemâli, fenada görürler. Şöhret gibi zâil şeylerin peşinde değildirler. Onlar, İslâm cemaatinin sadece âciz bir ferdi, bir hâdimi olmayı en ulvî makam bilirler. İhlâs, onlarda âdeta tecessüm etmiştir. Fedakârlık, feragat, kendilerinde hakikî ifadesini bulmuştur. İşte bu mücerret mânâ kahramanlarından birisini kaybettik: Âtıf Ural... Bu isim, mukaddes dâvâ yolcularının meçhûlü değildir.
"Yeni İstiklâl'in 268. sayısının hâdiseler kısmında vefat haberi intişar eden genç müdde-i umumîlerimizden Âtıf Ural, benim karşılaştığım ilk ihlâslı Müslüman tipini temsil etmekte idi. Ankara Hukuk Fakültesinin 2. sınıfında idim. Âtıf Ural da fakültenin üçüncü sınıfında beş sene ara vermiş, Risale-i Nur'ların neşri işine kendisini vakfetmiş bulunuyordu. Ankara Hukuk yurdunda mevcut mescitte imamlık vazifesini âcizâne deruhte ediyorduk. Bu itibarla, mescide gelen üniversiteli genç Müslümanlarla tanışmak kabil oluyordu.
"Sene 1958... Ramazan ayındaydık. Teravih namazlarını mescitte beraber kılıyorduk. 'Teravihlerden evvel dinî kitaplardan okuyalım' denildi ve daha ziyade, Büyük İslâm İlmihali'nden parçalar okuyorduk. Bir ara mescidin kütüphanesinde, üzerinde Sözler yazılı, kalınca bir kitap gözüme çarptı. Müellifi Bediüzzaman Said Nursî... Bu ismi bir sene evvelinden beri işitiyordum. Fakat mâlûmatım yoktu. Büyük bir İslâm mücahidi olduğu ifade ediliyordu.
"Kitabın iç kapağında, 'Neşreden: Hukuk Talebesi Âtıf Ural' ibaresi dikkatimi çekmişti.
"Mescitte yine bir Ramazan gecesi teravihten evvel kitap okumak üzere oturuyorduk. İçeriye uzun boylu, yakışıklı, dinamik bir genç girdi ve köşeye diz çöküp oturdu. Teslimiyeti dikkatimizi çekmişti. İçimizden Necati adlı bir İlâhiyatlı tarafından teklif vuku buldu. Kitaplardan okuyup izah etmesi istendi.
"İlâhiyatlının adı Mehmed'di. Mehmed, cebinden ufak bir kitap çıkardı. Mevzu, Ramazan'a dâirdi. Okudu ve izah etti. Hayran kalmıştık. Sonra kitabı bıraktı. İslâmî mevzularda izahlarda bulundu. İzahlar çok güzeldi. Kısa zamanda câzibesine kapılmıştık. Bu arada Mehmed, münasebet getirip Âtıf Ural'dan bahsetmişti. Bundan sonra Âtıf Ural'la tanışmak için şiddetli arzu duydum. Nihayet, Mehmed beni Cebeci Câmiinin arkasındaki tepenin başında bir apartmana götürdü. İkinci katındaki daireye geçtik ve içeriye girdik. Yerde basitçe bir halı serilmiş; yanlarda minderler... Ortada bir rahle... Rahlenin üzerinde açık, kalınca bir kitap... Köşede bir kütüphane... Yüzleri pırıl pırıl... Üniversiteli oldukları belli oluyordu. En nihayet diğer köşede onlardan daha yaşlıca, hafifçe seyrek bıyıklı, bakışları derin ve mânâlı, mütebessim çehreli, olgunluğu her haliyle anlaşılabilen birisi oturuyordu. Manzara, iştiyak duyduğum ve yitirdiğim mânevî bir iklimi hatırlattı. Mânevî bir inşirahın vücudumu sardığını hissettim. Mehmed hemen köşedekine işaret ederek, 'Âtıf Ağabey' dedi. Memnun olduğumu söyledim. Akabinde beni takdim etti. Âtıf
Ural derunî, âdeta ruhundan kopup geldiğini ihsas eden bir ses tonuyla 'Maşaallah' diyerek mukabelede bulundu.
"Merhumla tanışmamız böyle oldu. Âtıf'ın bana en çok tesir eden tarafı, tevazuu idi. Eşsiz bir tevazuu nümunesi, son derece itidal sahibiydi. Ben, o zamanlar iddiacı ve tahammülsüz bir mizaçtaydım. Hukuk Tarihi derslerinin tesiri
altında, İslâm Hukuku hakkındaki kanaatlerim menfî bir istikamet kesbetmişti. Gerçi, namaza müdavim idim. Bir gece Âtıf'ı ziyarete gitmiştim. Kendisi ve diğer arkadaşlarla konuşmalarımız, İslâm Hukukunun, asrımızda tatbiki kabil olup olmadığı mevzuuna intikal etmişti. Biraz sonra konuşmalar münakaşaya döküldü. Benim iddiacılığım ve hararetliliğim karşısında Âtıf sâdece tebessüm ediyordu. Enaniyetimi hiç tahrik etmiyordu. Nihayet, 'Gültekin kardeş, bu hükümlerin Allah'ın kanunları olduğunu kabul etmiyor musun?' dedi. 'Elbette ediyorum' dedim. 'Öyle ise, Allah'ın kanunlarını değiştirelim mi?' deyince cevap veremedim. Ettiğim hatânın azametini bana hatırlatmış oldu. Gece saat ikiyi bulmuştu. Beni aldı; ısrarlarıma rağmen, iki kilometre mesafedeki fakülteye kadar uğurladı.
"Âtıf Ural, hidayetime o an için vesile olmuştu. Ona karşı hayrandım. Fakat, kendisine olan hayranlığımı ve muhabbetimi esas menbaa tevcih etmek hususunda hal ve hareketleriyle muvaffak olmakta gecikmedi.
"Sene 1959... Mayıs ayındaydık. Üstad ve Nur talebeleri hakkında iftira ve tezvir makineleri işitiliyordu. Âtıf, bana bu mevzuda bir kitap yazmamı teklif etti. Teklif güzeldi. Hemen külliyatı edindim ve yaz tatilinden istifade ederek kitabı bitirdim. Böylece, külliyatı da tetkik etmiştim. Yazdığım kitabı beraber okuduk. O sâdece meslek ve meşrebin inceliklerine vâkıf olup olmadığıma dikkat edermiş. Bunu sormadan anlamıştım. Bir ara, yanımızdaki arkadaşlara, 'Gültekin Ağabey muvaffak olmuş' dedi. Bana Ağabey diye hitap etmesi tuhafıma gitmişti. Meğer bütün bunlar, benim külliyatı okuyup hizaya girmem için düşünülmüş güzel bir plândan ibaretmiş...
"Âtıf Ural, fevkalâde ferağat sahibiydi. Gerçi onun bu vasfı, Üstadının nümune olan hayatından ve onun gönüllere nüfuz eden telkinlerinden geliyordu. Daha önceleri Ankara'nın Ulucanlar mevkiinde bir gecekondu kiralamış. Sözler'in neşrine başlamış. Âtıf, tanıdığı Müslümanlardan, sonradan ödenmek üzere borç para almış, kulübeciğinde riyazet erbabının ancak yapabileceği âzamî iktisat tahtında gece-gündüz çalışmış, eski taş basmalardan risaleleri daktilo etmiş ve evvelâ Sözler'in neşrine muvaffak olmuştu. Arkadan Mektubat ve Lem'alar neşredilmişti. Bütün bunların neşri ve tevzii, onun beş senesinen mal olmuştu. Hürriyet-i diniyenin çok kayıtlar altında bulundurulmakta devam ettiği o günlerde bu tarz bir neşriyat işini deruhte etmek, âzamî feragat ve cesaret işiydi.
"Âtıf, Üstadın 'hiç kimsenin minneti altında kalmamak' düsturuna riayet ederdi. Kendisinin maddî imkânları çok dardı. Ulucanlar'da iken bir gün parasız kalmış. Hiç kimseden borç almamak onun prensibi idi. Kitapların neşir paraları da beytü'l-mal gibi dokunulmazlığı haiz... Fakat, açlık da kendisini hissetirmeye başlamış. Bu vaziyet karşısında ne yapsın? Evi aramış, taramış, biraz un bulmuş, içine su döküp hamur haline getirdikten sonra gaz ocağında pişirerek kemâl-i âfiyetle yemiş. 'Bana o kadar lezzetli geldi ki, târif edemem' diye anlatırdı.
"Âtıf'la iki seneye yaklaşan arkadaşlığım bana çok şeyler bahşetmiştir. Kendisinin sâlik bulunduğu mükaddes dâvânın yolcuları saflarına beni ilk defa o çağırmıştı. Bana mânevî ağabeylik etmişti. En hüzünlü anlarımda onunla karşılaşmam, kifayet ederdi. Zira o, her yere kendi havasını getiriyordu.
"Merhumun meziyetleri, bu kadarcık bir yazıya sığmaz. Ben ancak, bunlardan birkaçını aksettirmeye çalıştım. Şu kadarını söyleyebilirim ki, gençliğine rağmen, asrımızda Cenab-ı Hakkın kurbiyetini kazanmış velî kullarından birisi idi.
"Mesleğine intisab ettikten sonra, altı senedir görüşemedik. Aramıza dünyevî mânâda mesafeler girmişti. En nihayet bu mânâ kahramanı ebedî yolculuğa çıktı. 'Hayat bir ân-ı seyyale' olduğuna göre, artık mâbeynimizde mesafe kalmamış demektir. Günah cihetinde vefat eden Âtıf'ın sevap cihetindeki hayatını temsil ettiğini düşünerek tesellî buluyorum. Bu düşünce benim hizmet aşkımın kaynağı olacaktır. Cenab-ı Hakkın rahmeti o ve onun gibi dâvâ kahramanlarının üzerinde olsun."