melâikeye îmanın pek çok meyvelerinden birisi imdâdıma geldi. Kâinatımı ve dünyamı şenlendirdi, melekler ve ruhanîlerle doldurdu, âlemimi sevinçle güldürdü. Ve ehl-i dalâletin dünyaları vahşet ve boşluk ve karanlıkla ağladıklarını gösterdi.
Hayâlim bu meyvenin lezzetiyle mesrur iken, umum peygamberlere îmanın pek çok meyvelerinden buna benzer birtek meyvesini aldı, tattı. Birden, bütün geçmiş zamanlardaki enbiyâlarla yaşamış gibi onlara îmanım ve tasdikim, o zamanları ışıklandırdı ve îmanımı küllî yapıp genişlendirdi. Ve Âhirzaman Peygamberimizin îmana âid olan da’valarına binler imza bastırdı, şeytanları susturdu.
Birden “Hikmet-ül İstiâze Lem’ası”nda kat’i cevabı bulunan bir sual kalbime geldi ki: “Bu meyveler gibi hadsiz tatlı semereler ve fâideler ve hasenâtın gâyet güzel neticeleri ve menfaatleri ve Erhamürrâhimîn’in gâyet merhametkârane tevfikleri ve inâyetleri ehl-i hidâyete yardım edip kuvvet verdikleri halde, ehl-i dalâlet neden çok def’a galebe eder ve ba’zan yirmisi, yüz tane ehl-i hidâyeti perîşan eder” diye, ma’nen benden soruldu. Ve bu tefekkür içinde, şeytanın gâyet zaîf desîselerine karşı Kur’ân’ın büyük tahşidatı ve melâikeleri ve Cenâb-ı Hakk’ın yardımını ehl-i îmana göndermesi hatıra geldi. Risâle-i Nur’un onun hikmetini kat’i hüccetlerle îzahına binâen, o suâlin cevabına gâyet kısa bir işâret ederiz:
Evet ba’zan serseri ve gizli, muzır bir adamın bir saraya ateş atmağa çalışması yüzünden, yüzer adamın yapması gibi; yüzer adamın muhafazası ile ve ba’zan devlete ve pâdişâha iltica ile o sarayın vücûdu devam edebilir. Çünkü, onun vücûdu, bütün şerâitin ve erkânın ve esbâbın vücûdiyle olabilir. Fakat onun ademi ve harab olması birtek şartın ademiyle vaki’ ve bir serserinin bir kibritiyle yanıp mahvolduğu gibi, ins ve cin şeytanları az bir fiil ile büyük tahribât ve dehşetli ma’nevî yangınlar yaparlar.
Evet bütün fenâlıklar ve günahlar ve şerlerin mâyesi ve esasları ademdir, tahribdir. Sûreten vücûdun altında, adem ve bozmak saklıdır.
İşte cinnî ve insî şeytanlar ve şerirler bu noktaya istinâden gâyet zaîf bir kuvvetle hadsiz bir kuvvete karşı dayanıp, ehl-i hak ve hakîkatı Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına ilticâya ve kaçmaya her vakit mecbûr ettiğinden, Kur’ân onları himâye için büyük tahşidat yapar.