Asa-yı Musa | Onbirinci Mesele | 82
(76-96)

âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.

İkinci bir küllî meyvesine “Yirmi Dördüncü” ve “elif”ler kerâmetini gösteren “Yirmi Dokuzuncu Söz”ler işâret edip parlak bir sûrette meleklerin vücûdunu ve vazifesini isbat etmişler. Evet kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî her şeyde, her nev’ide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârâne bir haşmet-i rubûbiyyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihâtalı ve şuurkârane bir ubûdiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’idir. Ve şuursuz cemâdat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi, ancak hadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rubûbiyyetin her tarafta, Sera’da Süreyya’da, zemînin temelinde, dışında hakîmane ve haşmetkârane icraatını onlar temsil edebilirler.

Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve vahşetli gösterdikleri hilkat-ı Arziye ve vaziyet-i fıtriyesini, bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda Sevr ve Hut namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yâni nezâretlerinde ve Cennet’ten getirilen ve fâni küre-i arzın bâkî bir temel taşı olmak, yâni ileride bâkî Cennet’e bir kısmını devretmeğe bir işâret için “Sahret” nâmında uhrevî bir madde, bir hakîkat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine bir nokta-i istinâd edilmiş diye Benî-İsrâil’in eski peygamberlerinden rivâyet var ve İbn-i Abbas’tan dahi mervîdir. Maatteessüf bu kudsî ma’na, mürûr-u zamanla bu teşbih, avâmın nazarında hakîkat telakki edilmekle, aklın hâricinde bir sûret almış. Mâdem melekler havada gezdikleri gibi toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler, elbette onların ve küre-i arzın, üstünde duracak cismanî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur.

Hem meselâ: Küre-i arz, küre-i arzın nev’ileri adedince başlar ve o nev’ilerin ferdleri sayısınca diller ve o ferdlerin âzâ ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubûdiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarâne temsil edip dergâh-ı İlâhîyeye takdim etmek için kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve herbir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-ı hakîkat olarak Muhbir-i Sâdık haber vermiş.

Səs yoxdur