Asa-yı Musa | Birinci Hücceti İmaniye | 117
(99-142)

denilmiş.

Sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbde seyahat eden o yolcu, acaba âlem-i gayb ne diyor diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikir ile çaldı. Yâni:

Mâdem bu cismanî âlem-i şehâdette, bu kadar zînetli ve san’atlı hadsiz masnu’lariyle kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz ni’metleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve meharetli hesabsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor. Elbette ve her halde, fiilen ve hâlen olduğu gibi, kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini tanıttırır, sevdirir. Öyle ise, âlem-i gayb cihetinde onu onun tezahüratından bilmeliyiz dedi, kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki:

Gâyet kuvvetli bir tezahüratla vahiylerin hakîkatı, âlem-i gaybın her tarafında her zamanda hükmediyor. Kâinatın ve mahlûkatın şehâdetlerinden çok kuvvetli bir şehâdet-i vücûd ve tevhid, Allâm-ül Guyub’dan vahiy ve ilham hakîkatlariyle geliyor. Kendini ve vücûd ve vahdetini, yalnız masnu’larının şehâdetlerine bırakmıyor. Kendisi, kendine lâyık bir kelâm-ı ezelî ile konuşuyor. Her yerde ilim ve kudretiyle hazır ve nâzırın kelâmı dahi hadsizdir ve kelâmının ma’nası onu bildirdiği gibi, tekellümü dahi, O’nu sıfâtiyle bildiriyor.

Evet, yüz bin Peygamberlerin (Aleyhimüsselâm) tevâtürleriyle ve ihbaratlarının vahy-i İlâhîye mazhariyet noktasında ittifaklariyle ve nev’-i beşerden ekseriyet-i mutlakanın tasdikgerdesi ve rehberi ve muktedası ve vahyin semereleri ve vahy-i meşhud olan kütüb-ü mukaddese ve suhuf-u semâvîyenin delail ve mu’cizatlariyle, hakîkat-ı vahyin tahakkuku ve sübutu, bedahet derecesine geldiğini bildi; ve vahyin hakîkatı beş hakîkat-ı kudsiyeyi ifade ve ifaza ediyor diye anladı:

Səs yoxdur