Sözler | Onuncu Söz | 107
(48-119)

Hem, en kıymettar bir ni’met olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın korkularını düşünmek ile kalb-i insânı mütemadiyen incitip, bir lezzete dokuz elemleri karıştırdığından en musibetli bir belâ olur. Bu ise yüz derece bâtıldır. Demek bu hayat-ı dünyeviyye, âhirete îman rüknünü kat’î isbat ediyor ve her baharda haşrin üçyüzbinden ziyâde nümûnelerini gözümüze gösteriyor. Acaba, senin cisminde ve senin bahçende ve senin vatanında, senin hayatına lâzım ve münâsib bütün levâzımatı ve cihâzâtı, hikmet ve inâyet ve rahmetle ihzâr eden ve vaktinde yetiştiren, hattâ senin midenin beka ve yaşamak arzusuyla ettiği hususî ve cüz’î olan rızk duâsını bilen ve işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duânın kabûlünü gösteren ve mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı Kadîr, hiç mümkün müdür ki; seni bilmesin ve görmesin ve nev-i insânın en büyük gayesi olan hayat-ı ebediyyeye lâzım esbabı izhar etmesin? Ve nev-i insânın en büyük ve en ehemmiyetli, en lâyık ve umumî olan beka duâsını; hayat-ı uhreviyyenin inşasıyla ve cennetin îcadıyla kabûl etmesin! Ve kâinatın en mühim mahlûku, belki zeminin sultanı ve neticesi olan nev-i insânın arş ve ferşi çınlatan umumî ve gayet kuvvetli duâsını işitmeyip küçük bir mide kadar ehemmiyet vermesin, memnun etmesin! Kemâl-i hikmetini ve nihayet rahmetini inkâr ettirsin! Hâşâ, yüzbin defa hâşâ!..

Hem, hiç kabil midir ki: Hayatın en cüz’îsinin pek gizli sesini işitsin, derdini dinlesin, derman versin ve nazını çeksin ve kemâl-i îtina ve ihtimam ile beslesin ve ona dikkatle hizmet ettirsin ve büyük mahlûkatını ona hizmetkâr yapsın ve sonra, en büyük ve kıymetdar ve bâkî ve nâzdar bir hayatın gök sadası gibi yüksek sesini işitmesin! Ve onun çok ehemmiyetli beka duâsını ve nâzını ve niyâzını nazara almasın! Âdeta bir neferin kemâl-i îtina ile techiz ve idaresini yapsın ve mutî ve muhteşem orduya hiç bakmasın! Ve zerreyi görsün, güneşi görmesin! Sivrisineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin! Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!

Hem, hiçbir cihetle akıl kabûl eder mi ki; hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet derecede şefkatli ve kendi san’atını çok sever ve kendini sevdirip ve kendini sevenleri ziyâde sever bir Zât-ı Kadîr-i Hakîm, en ziyâde kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâniini fıtratan perestiş eden, hayatı ve hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu; mevt-i ebedî ile îdam edip kendinden o sevgili muhibbini ve habibini ebedî bir sûrette küstürsün, darıltsın, dehşetli rencîde ederek, sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin! Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ!..

Səs yoxdur