Sözler | Onuncu Söz | 76
(48-119)

Beşinci Esas: Hem anlarsın ki; şu fani masnuat fena için değil, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar. Belki, vücûdda kısa bir zaman toplanıp, matlûb bir vaziyet alıp; tâ sûretleri alınsın, timsalleri tutulsun, mânâları bilinsin, neticeleri zabtedilsin...

Meselâ, ehl-i ebed için daimî manzaralar nescedilsin. Hem, âlem-i bekada başka gayelere medâr olsun. Eşya beka için yaratıldığını, fena için olmadığını; belki sûreten fena ise de, tamam-ı vazife ve terhis olduğu bununla anlaşılıyor ki; fâni bir şey bir cihetle fenaya gider, çok cihetlerle bâki kalır. Meselâ; kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki; kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar. Derakab fena perdesinde saklanır. Fakat senin ağzından çıkan kelime gibi o gider, fakat binler misâllerini kulaklara tevdi’ eder. Dinleyen akıllar adedince, mânâlarını akıllarda ibka eder. Çünki; vazifesi olan ifade-i mânâ bittikten sonra kendisi gider, fakat onu gören her şeyin hâfızasında zâhirî sûretini ve herbir tohumunda ma’nevî mâhiyetini bırakıp öyle gidiyor. Gûya her hâfıza ile her tohum; hıfz-ı zîneti için birer fotoğraf ve devam-ı bekası için birer menzildirler. En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise, en yüksek tabaka-i hayatta ve ervah-ı bâkiyye sahibi olan insân; ne kadar beka ile alâkadar olduğu anlaşılır. Çiçekli ve meyveli koca nebâtatın bir parça ruha benzeyen her birinin kanun-u teşekkülatı, timsal-i sûreti; zerrecikler gibi tohumlarda kemâl-i intizâmla, dağdağalı inkılâblar içinde ibka ve muhafaza edilmesiyle, gayet cem’iyyetli ve yüksek bir mâhiyete mâlik, haricî bir vücûd giydirilmiş, zîşuur nuranî bir kanûn-u emrî olan ruh-u beşer; ne derece beka ile merbut ve alâkadar olduğu anlaşılır.

Altıncı Esas: Hem anlarsın ki; insân, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin sûretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zabtedilir.

Yedinci Esas: Hem anlarsın ki; güz mevsiminde yaz, bahar âleminin güzel mahlûkatının tahribatı, îdam değil. Belki, vazifelerinin tamamıyla terhisatıdır (Hâşiye) . Hem, yeni baharda gelecek mahlûkata yer boşaltmak için tefrîgattır ve yeni vazifedarlar gelip konacak ve vazifedâr mevcûdâtın gelmesine yer hâzırlamaktır ve ihzârattır.


Hâşiye: Evet, rahmetin erzak hazinelerinden olan bir şecerenin uçlarında ve dallarının başlarındaki meyveler, çiçekler, yapraklar ihtiyar olup, vazifelerinin hitama ermesiyle gitmelidirler. Tâ, arkalarından akıp gelenlere kapı kapanmasın. Yoksa, rahmetin vüs’atına ve sâir ihvanlarının hizmetine sed çekilir. Hem kendileri, gençlik zevâliyle hem zelil, hem perişan olurlar. İşte bahar dahi, mahşer-nümâ bir meyvedâr ağaçtır. Her asırdaki insân âlemi; ibretnümâ bir şeceredir. Arz dahi, mahşer-i acaib bir şecere-i kudrettir. Hattâ Dünya dahi, meyveleri âhiret pazarına gönderilen bir şecere-i hayret-nümâdır.

Səs yoxdur