Sözler | Onuncu Söz | 82
(48-119)

Hem, bu bahar haşrine benzeyen, dünyanın her devrinde, her asrında, hattâ gece gündüzün tebdilinde hattâ cevv-i havada bulutların îcad ve ifnasında haşre nümûne ve misâl ve emâre olacak ne kadar nakışlar yaptığını gözünle görüyorsun. Hattâ eğer hayâlen bin sene evvel kendini farzetsen, sonra zamanın iki cenahı olan mâzi ile müstakbeli birbirine karşılaştırsan; asırlar, günler adedince misâl-i hâşir ve Kıyâmetin nümûnelerini göreceksin. Sonra, bu kadar nümûne ve misâlleri müşâhede ettiğin halde, haşr-i cismânîyi akıldan uzak görüp istib’âd etmekle inkâr etsen; ne kadar divânelik olduğunu sen de anlarsın... Bak! Fermân-ı A’zam, bahsettiğimiz hakîkata dair ne diyor:



ELHÂSIL: Haşre mâni hiçbir şey yoktur. Muktazî ise; her şeydir. Evet, mahşer-i acâip olan şu koca Arzı, âdi bir hayvan gibi imâte ve ihya eden ve beşer ve hayvana hoş bir beşik, güzel bir gemi yapan ve Güneşi onlara şu misafirhanede ışık verici ve ısındırıcı bir lâmba eden, Seyyaratı Meleklerine tayyare yapan bir Zâtın, bu derece muhteşem ve sermedî Rubûbiyyeti ve bu derece muazzam ve muhît hâkimiyyeti; elbette, yalnız böyle geçici, devamsız, bîkarar, ehemmiyetsiz mütegayyir bekasız nâkıs, tekemmülsüz umûr-u dünya üzerinde kurulmaz ve durmaz. Demek, O’na şâyeste, daimî, berkarar, zevalsiz, muhteşem bir diyar-ı âher var. Başka bâki bir memleketi vardır. Bizi onun için çalıştırır. Oraya dâvet eder ve oraya nakledeceğine; zâhirden hakîkate geçen ve kurb-u huzuruna müşerref olan bütün ervah-ı neyyire ashâbı, bütün kulûb-u münevvere aktâbı, bütün ukûl-ü nuranîyye erbabı şehadet ediyorlar ve bir mükâfat ve mücâzât ihzâr ettiğini müttefikan haber veriyorlar ve mükerreren pek kuvvetli vaad ve pek şiddetli tehdid eder, naklederler.

Hulfül-vaad ise; hem zillet, hem tezellüldür. Hiç bir cihetle celâl-i kudsiyyetine yanaşamaz. Hulf-ül vaîd ise ya afvdan, ya âcizden gelir. Halbuki, küfür; cinâyet-i mutlakadır (Hâşiye). Afve kabil değil... Kadîr-i Mutlak ise, âcizden münezzeh ve mukaddestir.


Hâşiye: Evet küfür, mevcûdâtın kıymetini iskat ve mânâsızlıkla ittiham ettiğinden; bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcûdat âyinelerinde cilve-i Esmâyı inkâr olduğundan; bütün Esmâ-yı İlâhiyyeye karşı bir tezyif ve mevcûdâtın Vahdâniyyete olan şehadetlerini reddettiğinden; bütün mahlûkata karşı bir tekzib olduğundan; istidad-ı insânîyi öyle ifsad eder ki; salâh ve hayrı kabûle liyâkatı kalmaz. Hem, bir zulm-ü azîmdir ki; umum mahlûkatın ve bütün Esmâ-i İlâhiyyenin hukukuna bir tecâvüzdür. İşte şu hukukun muhafazası; ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği; küfrün adem-i afvını iktiza eder.

Səs yoxdur