Sözler | Yirminci Söz | 246
(245-268)

Birinci Nükte: Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iyye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor. Nasılki,


Hazret-i Âdem’in melâikelere karşı kabiliyyet-i hilâfet için bir mu’cizesi olan tâlim-i esmâdır ki, bir hâdise-i cüz’iyyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: Nev-i beşere câmiiyyet-i istidad cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın enva’ına muhit pek çok fünun ve Hâlıkın şuunat ve evsafına şamil kesretli mâarifin tâlimidir ki; nev’-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki Semâvat ve Arz ve dağlara karşı Emanet-i kübrâyı haml dâvasında bir rüchâniyyet vermiş ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i ma’nevîsi olduğunu Kur’an ifham ettiği misillü; “Melâikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, Şeytan’ın secde etmemesi” olan hâdise-i cüz’iyye-i gaybiyye, pek geniş bir düstur-u külliyye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor. Şöyle ki: Kur’an, şahs-ı Âdem’e Melâikelerin itaat ve inkıyâdını ve Şeytan’ın tekebbür ve imtinâını zikretmesiyle; nev’-i beşere kâinatın ekser maddî enva’ları ve enva’ın ma’nevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev’-i beşerin hassalarının bütün istifâdelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nev’in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerîre ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev’-i beşerin tarîk-i kemâlâtında ne büyük bir engel, ne müdhiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân, bir tek Âdem’le (A.S.) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev’-i beşerle bir mükâleme-i ulviyye ediyor.

İkinci Nükte: Mısır Kıt’ası, kumistan olan Sahra-yı Kebîr’in bir parçası olduğundan Nil-i Mübârek’in feyziyle gayet mahsuldâr bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misâl bir mevki-i mübârekin bulunması, felâhat ve zirâatı ahalisinde pek mergub bir sûrete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraatı kudsiyye ve vasıta-i ziraat olan “Bakar”ı ve “Sevr”i mukaddes, belki Mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakar’a ibâdet etmek derecesinde bir kudsiyyet vermişler. İşte o zamanda benî-İsrail dahi, o kıt’ada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “İcl” mes’elesinden anlaşılıyor.

Səs yoxdur