Sözler | Yirminci Söz | 249
(245-268)

Belki hikmeten daha acib ve intizâmca daha garib bir sûrette hikmet ve inâyet-i İlâhiyye tecelli ediyor. Bakınız! En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evâmir-i tekviniyyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar ve me’mur-u İlâhî olan o lâtif sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir. Güya bir âşık gibi, o lâtif ve güzellerin temasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor.

Hem



ile şöyle bir hakikat-ı muazzamanın ucunu gösteriyor ki: “Taleb-i Rü’yet” hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser dağların zelzele veya bâzı hâdisat-ı arziyye sûretinde tecelliyat-ı Celâliyye ile o dağların yüksek zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı Celâliyyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı ufalanıp toprağa kalbolup, nebâtata menşe’ olur. Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek ve mahfî bâzı hikem ve menafi’ için kudret ve hikmet-i İlâhiyyeye secde-i itaat ederek, desâtir-i Hikmet-i Sübhaniyyeye emirber şeklini alıyorlar. Elbette o haşyetten, o yüksek mevkii terkedip mütevâziâne aşağı yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebeb olmak beyhude olmayıp, başıboş değil ve tesadüfî dahi olmadığını, belki bir Hakîm-i Kadîr’in tasarrufat-ı Hakîmânesiyle, o intizâmsızlık içinde zâhir nazara görünmeyen bir intizâm-ı hakîmane bulunduğuna delil ise; o taşlara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde yuvarlandıkları dağın cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaatıyla münakkaş ve müzeyyen olan gömleklerin kemâl-i intizâmı ve hüsn-ü san’atı; kat’î, şüphesiz şehadet eder.

İşte şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz. Şimdi bakınız Kur’an’ın letafet-i beyânına ve i’câz-ı belâgatına; nasıl şu zikrolunan büyük ve geniş ve ehemmiyetli hakikatların uçlarını üç fıkra içinde üç vakıâ-yı meşhure ve meşhude ile gösteriyor ve medâr-ı ibret üç hâdise-i uhrâyı hatırlatmakla lâtif bir irşad yapar, mukavemet-sûz bir zecreder.

Meselâ: İkinci fıkrada der:



Şu fıkra ile Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm’ın asâsına karşı kemâl-i şevk ile inşikak edip oniki gözünden oniki çeşme akıtan taşa işaret etmekle, şöyle bir mânâyı ifham ediyor ve mânen diyor:

Səs yoxdur