Sözler | Yirmiİkinci Söz | 303
(279-310)

İşte şu kâinat içinde câri olan bu tesânüd, bu teâvün, bu tecâvüb, bu teânuk, bu musahhariyyet, bu intizâm, birtek Müdebbir’in tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbi’nin tedbiriyle sevk edildiklerine kat’iyyen şehadet etmekle beraber; şu bilbedâhe san’at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inâyet-i tâmme ve o inâyet içinde parlayan rahmet-i vasia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayata onun hacetine lâyık bir tarzda iâşe etmek için serpilen erzak ve iaşe-i umumî, öyle parlak bir Hâtem-i Tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür. Evet, kasd ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış ve o perde-i hikmet üstünde lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inâyet serilmiştir ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde kendini sevdirmek ve tanıttırmak, in’am ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyyeyi ve lütf-u Rubûbiyyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiyye dizilmiştir.

Evet şu mevcûdât, zerrelerden güneşlere kadar; ferdler olsun neviler olsun, küçük olsun büyük olsun, semerat ve gayâtla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş ve o hikmet-nümâ sûret gömleği üstünde lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet her şeyin kametine göre biçilmiş ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in’am lem’alarıyla münevver, rahmet nişanları takılmış ve o münevver ve murassa nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevilhayatın tâifelerine kâfi, bütün hacetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur. İşte şu iş, Güneş gibi âşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerim, Rahîm, Rezzak bir Zât-ı Zülcemâl’e işaret edip gösteriyor.

Öyle mi? Herşey rızka muhtaç mıdır?

Evet, bir ferd rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi, görüyoruz ki: Bütün mevcûdât-ı âlem, bâhusus zîhayat olsa, küllî olsun cüz’î olsun, küll olsun cüz’ olsun; vücûdunda, bekasında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikaratı ve ihtiyâcâtı öyle şeylere var ki, en ednasına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlubuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde, görüyoruz ki: Bütün metâlibi ve erzâk-ı maddiyye ve ma’nevîyyesi



ummadığı yerlerden kemâl-i intizâmla ve vakt-i münâsibde ve lâyık bir tarzda kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor.

Səs yoxdur