Sözler | YirmiÜçüncü Söz | 323
(311-331)

En yukarıda efendi, pâdişahla muhabere edip halkın istirahâtını temin için ve kendi kemâlâtı ve terakkiyâtı için kendine has ve ulvî vazifeler ile iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, “Yasak” demediler, gezebildim. Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var. Sordum, dediler: “O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalâletindir. Diğerleri, namuslu müslüman büyüklerinindir.” Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde “SAİD” ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, sûretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemâl-i taaccübümden bağırarak, aklım başıma geldi, ayıldım.

İşte o vakıa-i hayaliyyeyi sana tâbir edeceğim. Allah hayır etsin.

İşte o şehir ise, hayat-ı içtimaiyye-i beşeriyye ve medine-i medeniyyet-i insânîyyedir. O sarayların herbirisi, birer insândır. O saray ehli ise; insândaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefs ve heva ve kuvve-i şeheviyye ve kuvve-i gadabiyye gibi şeylerdir. Herbir insânda her bir lâtifenin ayrı ayrı vazife-i ubûdiyyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve heva, kuvve-i şeheviyye ve gadabiyye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. İşte o yüksek letâifi, nefis ve hevaya musahhar etmek ve vazife-i asliyyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir. Sâir cihetleri sen tâbir edebilirsin.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE: İnsân, fiil ve amel cihetinde ve sa’y-i maddî itibariyle zaîf bir hayvandır, âciz bir mahlûktur. Onun o cihetteki daire-i tasarrufatı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki; elini uzatsa ona yetişebilir. Hattâ, insânın eline dizginini veren hayvanât-ı ehliyye, insânın za’f ve acz ve tenbelliğinden birer hisse almışlardır ki; yâbâni emsallerine kıyas edildikleri vakit, azîm fark görünür (Ehlî keçi ve öküz, yabanî keçi ve öküz gibi). Fakat o insân, infial ve kabûl ve dua ve sual cihetinde, şu dünya hanında aziz bir yolcudur. Ve öyle bir Kerîm’e misafir olmuş ki nihayetsiz rahmet hazinelerini ona açmış. Ve hadsiz bedi’ masnuatını ve hizmetkârlarını ona musahhar etmiş. Ve o misafirin tenezzühüne ve temaşasına ve istifâdesine öyle büyük bir daire açıp müheyya etmiştir ki; o dairenin nısf-ı kutru -yâni merkezden muhit hattına kadar- gözün kestiği miktar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur.

İşte eğer insân, enaniyyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyyeyi gaye-i hayâl ederek derd-i maişet içinde muvakkat bâzı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir dair e içinde boğulur gider. Ona verilen bütün cihâzât ve âlât ve letâif, ondan şikâyet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir. Ve dâvacı olacaklardır.

Səs yoxdur