Sözler | YirmiDördüncü Söz | 341
(332-364)

Ve eski peygamberler ise, hikmet-i irşâdın iktizasıyla, bir derece basit ve iptidâî bir halde olan ümmetlerine, Haşri en âzam bir derecede, en geniş bir tafsilâtla ders vermemişler. Hem şu sırdandır ki, bir kısım ehl-i velâyet bâzı erkân-ı îmaniyyeyi mertebe-i uzmâsında görmemişler veya gösterememişler. Hem şu sırdandır ki, mârifetullahta derecat-ı ârifîn çok tefavüt ediyor. Daha bunlar gibi çok esrar şu hakîkattan inkişaf eder. Şimdi şu temsil, hem bir derece hakîkatı ihsas ettiğinden, hem hakîkat çok geniş ve çok derin olduğundan biz dahi temsil ile iktifa ediyoruz. Haddimizin ve tâkatimizin fevkınde olan esrârâ girişmeyeceğiz.

ÜÇÜNCÜ DAL: Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bâzı a’mâlin fazilet ve sevaplarından bahseden Ehâdîs-i Şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim onların bir kısmına zaîf veya mevzu demişler. İmânı zaîf ve enaniyyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmeyeceğiz. Yalnız “Oniki Aslı” beyân ederiz.

Birinci Asıl: Yirminci Söz’ün âhirindeki sual ve cevapta îzah ettiğimiz mes’eledir. İcmali şudur ki: Din bir imtihandır, bir tecrübedir. Ervah-ı âliyyeyi, ervah-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise ileride herkese göz ile görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki; ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa; o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyî’ olur. İşte bunun için, Mehdi ve Süfyan mes’eleleri gibi çok mes’elelerde çok ihtilaf olmuş. Hem rivâyat dahi çok muhteliftir, birbirine zıd hükümler olmuş.

İkinci Asıl: Mesâil-i İslâmiyyenin tabakatı vardır. Biri bürhân-ı kat’î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder. Başkası yalnız bir kabûl-ü teslimî ve reddetmemek ister. Öyle ise, esasât-ı îmaniyyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuat-ı zamâniyyenin herbirinde bir iz’an-ı yakîn ile bir bürhân-ı kat’î istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.

Üçüncü Asıl: Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nasara ülemâlarından çoğu İslâmiyyete girdiler. Eski mâlûmatları dahi onlarla beraber müslüman oldu. Bâzı hilâf-ı vâki mâlûmât-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.

Səs yoxdur