Sözler | YirmiBeşinci Söz | 369
(365-462)

Hem der ki: “Îman getirmezseniz mel’unsunuz. Cehennem’e gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli sûrette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidâyeten îdâm-ı ebedî ile ve sonra da Cehennem’de îdâm-ı ebedî ile beraber dünyevî îdâm ile de mahkûm ediyor. Der: “Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir.”

İşte eğer muâraza mümkün olsaydı acaba hiç mümkün mü idi ki, bir-iki satırla muâraza edip dâvasını ibtal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkilatlı muharebe tarîkı ihtiyar edilsin! Evet o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi, siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terketsin! En tehlikeli ve bütün mal ve canını belaya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir! Çünki; bir edipleri, birkaç hurufatla muâraza edebilseydi; Kur’an, dâvasından vazgeçerdi. Onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bis-süyûfa mecbur oldular. Hem, Kur’anı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebeb vardı. Birisi; düşmanın hırs-ı muârazası. Diğeri; dostlarının şevk-i taklîdidir ki, şu iki sâik-i şedid altında milyonlar Arabî kitablar yazılmış ki hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun her kim Ona ve onlara baksa kat’iyyen diyecek ki: “Kur’an, bunlara benzemez. Hiçbirisi Onu tanzir edemez.” Şu halde, ya Kur’an, bütününün altındadır. Bu ise, bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir. Veya Kur’an, o yazılan umum kitabların fevkındedir.

Eğer desen: “Nasıl biliyoruz ki, kimse muârazaya teşebbüs etmedi? Kimse kendine güvenemedi mi ki, meydana çıksın? Birbirinin yardımı da mı faide etmedi?”

Elcevab: Eğer muâraza mümkün olsaydı, alâküllihal kat’î teşebbüs edilecekti. Çünki;izzet ve namus mes’elesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihal kat’î tarafdar pek çok bulunacaktı. Çünki; hakka muarız ve muannid daima kesretli idi. Eğer tarafdar bulsaydı, alâküllihal iştihar bulacaktı. Çünki; küçük bir mücadele, beşerin nazar-ı istiğrabını celbedip destanlarda iştihar eder. Şöyle acib bir mücadele ve vukuat ise gizli kalamaz. İslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî’ şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Halbuki: Muârazaya dair Müseylime-i Kezzâb’ın biriki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de çendan belâgat varmış. Fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyân-ı Kur’ana nisbet edildiği için, onun sözleri hezeyan sûretinde tarihlere geçmiştir. İşte Kur’anın belâgatındaki i’câz, kat’iyyen iki kerre iki dört eder gibi mevcûddur ki, iş böyle oluyor.

Səs yoxdur