Sözler | YirmiBeşinci Söz | 392
(365-462)

Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin, bahr-ı muhit-i havaîde veya esîrîde yüzen bir sefine ve dağları, o sefinenin üstünde tesbit ve müvazene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca küre-i zemini, muntâzam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup, aktar-ı âlemde gezdiren Kadîr-i Zülkemâl’e karşı


der.

Medeniyet ve hey’et-i içtimaiyyenin mütehassıs bir hakîminin bu kelâmdan hissesi: Zemini, bir hâne ve o hânenin direği, hayat-ı hayvaniyye ve hayat-ı hayvaniyye direği, şerait-i hayat olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı, dağlardır. Zira dağlar, suyun mahzeni, havanın tarağı (gazât-ı muzırrayı tersib edip, havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sâir levazımat-ı hayat-ı insânîyyenin hazinesi olarak fehmeder. Şu koca dağları, şu sûretle hâne-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedâr tâyin eden Sâni’-i Zülcelâl Vel’ikram’a, kemâl-i tazim ile hamd ü sena eder.

Hikmet-i tabiiyyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bâzı inkılâbat ve imtizacâtın neticesi olarak hâsıl olan zelzele ve ihtizazâtı, dağların zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medâr ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticacıyla medâr-ı senevîsinden çıkmamasına sebeb, dağların hurûcu olduğunu ve zeminin hiddeti ve gadabı, dağların menafiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder, tamamen îmânâ gelir.


der.

Mesela


daki kelimesi, tedkikat-ı felsefe ile âlûde olmayan bir âlime, o kelime şöyle ifhâm eder ki: Semâ berrak, bulutsuz; zemin kuru ve hayatsız, tevellüde gayr-ı kabil bir halde iken.. semâyı yağmurla, zemini hazrevatla fethedip bir nevi izdivac ve telkîh sûretinde bütün zîhayatları o sudan halketmek, öyle bir Kadîr-i Zülcelâl’in işidir ki; rûy-i zemin, onun küçük bir bostanı ve semânın yüz örtüsü olan bulutlar, onun bostanında bir süngerdir anlar, âzamet-i kudretine secde eder. Ve muhakkik bir hakîme, o kelime şöyle ifhâm eder ki: Bidayet-i hilkatte semâ ve arz şekilsiz birer küme ve menfaatsiz birer yaş hamur.. veledsiz mahlûkatsız toplu birer madde iken; Fâtır-ı Hakîm, onları feth ve bastedip güzel bir şekil, menfaatdar birer sûret, zînetli ve kesretli mahlûkata menşe’ etmiştir anlar.

Səs yoxdur