Sözler | YirmiBeşinci Söz | 434
(365-462)

ÜÇÜNCÜ ŞÛ’LE: Üç ziyâsı var.

BİRİNCİ ZİYÂ: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın büyük bir vech-i i’câzı Onüçüncü Söz’de beyân edilmiştir. Kardeşleri olan sâir vücuh-u i’câz sırasına girmek için bu makama alınmıştır. İşte Kur’anın herbir âyeti, birer necm-i sâkıb gibi i’câz ve hidâyet nurunu neşr ile küfür ve gaflet zulümatını dağıttığını görmek ve zevketmek istersen; kendini Kur’anın nüzulünden evvel olan o asr-ı câhiliyette ve o sahra-yı bedeviyyette farzet ki, herşey zulmet-i cehil ve gaflet altında perde-i cümûd-u tabiata sarılmış olduğu bir anda birden Kur’anın lisan-ı ulvîsinden



gibi âyetleri işit bak: O ölmüş veya yatmış mevcûdât-ı âlem



sadasıyla işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, hüşyâr oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar. Hem, o karanlık gökyüzünde birer câmid ateşpare olan yıldızlar ve yerdeki perişan mahlûkat,



sayhasıyla işitenin nazarında nasıl gökyüzü bir ağız; bütün yıldızlar birer kelime-i hikmet-nümâ, birer nur-u hakîkat-edâ ve arz bir kafa ve berr ve bahr birer lisan ve bütün hayvanat ve nebâtat birer kelime-i tesbih-feşan sûretinde arz-ı dîdar eder. Yoksa bu zamandan tâ o zamânâ bakmakla, mezkûr zevkin dekaikini göremezsin. Evet, o zamandan beri nurunu neşreden ve mürur-u zamanla ulûm-u müteârife hükmüne geçen ve sâir neyyirat-ı İslâmiyye ile parlayan ve Kur’anın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile veyahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan; elbette herbir âyetin ne kadar tatlı bir zemzeme-i i’câz içinde ne çeşit zulümatı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve birçok enva’-ı i’câzı içinde bu nevi i’câzını zevkedemezsin.

Kur’an-ı Mu’ciz-il Beyân’ın en yüksek derece-i i’câzına bakmak istersen, şu temsil dûrbîniyle bak. Şöyle ki:

Səs yoxdur