Sözler | YirmiBeşinci Söz | 437
(365-462)

Evet dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-ı kübrânın saniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir. Sene, o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetindedir. Asır ise, o saatin saatlerini tâ’dad eden bir iğnedir. İşte zaman, dünyayı emvâc-ı zeval üstüne atar. Bütün mâzi ve istikbali ademe verip, yalnız zaman-ı hâzırı vücûda bırakır. Şimdi zamanın dünyaya verdiği şu şekil ile beraber, mekân itibariyle dahi yine dünya zelzeleli, gayr-ı sâbit bir saat hükmündedir. Çünki, cevv-i hava mekânı çabuk tagayyür ettiğinden, bir halden bir hale sür’aten geçtiğinden bâzı günde birkaç defa bulutlar ile dolup boşalmakla, saniye sayan milin sûret-i tagayyürü hükmünde bir tagayyür veriyor. Şimdi, dünya hânesinin tabanı olan mekân-ı arz ise, yüzü mevt ve hayatça, nebat ve hayvanca pek çabuk tebeddül ettiğinden dakikaları sayan bir mil hükmünde, dünyanın şu ciheti geçici olduğunu gösterir. Zemin yüzü itibariyle böyle olduğu gibi, batnındaki inkılâbat ve zelzelelerle ve onların neticesinde cibâlin çıkmaları ve hasflar vuku bulması, saatleri sayan bir mil gibi dünyanın şu ciheti ağırca mürur edicidir, gösterir. Dünya hânesinin tavanı olan semâ mekânı ise, ecramların harekâtıyla, kuyruklu yıldızların zuhuruyla, küsufât ve husufâtın vuku bulmasıyla, yıldızların sukut etmeleri gibi tegayyürat gösterir ki; semâvat dahi sâbit değil; ihtiyarlığa, harabiyete gidiyor. Onun tagayyüratı, haftalık saatte günleri sayan bir mil gibi çendan ağır ve geç oluyor. Fakat her halde geçici ve zeval ve harabiyete karşı gittiğini gösterir. İşte dünya, dünya cihetiyle şu yedi rükün üzerinde bina edilmiştir. Şu rükünler, daim onu sarsıyor. Fakat şu sarsılan ve hareket eden dünya, Sâniine baktığı vakit, o harekât ve tegayyürat, kalem-i kudretin mektûbât-ı Samedâniyyeyi yazması için o kalemin işlemesidir. O tebeddülât-ı ahvâl ise, Esmâ-i İlâhiyyenin cilve-i şuunâtını ayrı ayrı tavsifât ile gösteren, tazelenen âyineleridir. İşte dünya, dünya itibariyle hem fenaya gider, hem ölmeğe koşar, hem zelzele içindedir. Hakîkatta akarsu gibi rıhlet ettiği halde, gaflet ile sûreten incimad etmiş, fikr-i tabiatla kesafet ve küdûret peyda edip âhirete perde olmuştur. İşte felsefe-i sakime tedkikat-ı felsefe ile ve hikmet-i tabiiyye ile ve medeniyyet-i sefihenin cazibedâr lehviyatıyla, sarhoşane hevesâtıyla o dünyanın hem cümûdetini ziyâde edip gafleti kalınlaştırmış, hem küdûretle bulanmasını taz’îf edip Sânii ve âhireti unutturuyor. Amma Kur’an ise, şu hakîkattaki dünyayı, dünya cihetiyle



âyâtıyla pamuk gibi hallâç eder, atar.

Səs yoxdur