Sözler | YirmiDokuzuncu Söz | 513
(504-534)

Mâdem nebâtat ve cemadat bilmeyerek ve bir bilenin emrinde gayet mühim ücretsiz hidemattadırlar. Ve hayvanat, bir ücret-i cüz’iyye mukabilinde bilmiyerek gayet küllî maksadlara hizmet ediyorlar. Ve insân, müeccel ve muaccel iki ücret mukabilinde o Sâni’-i Zülcelâl’in makasıdını bilerek tevfik-i hareket etmek ve herşeyde nefislerine de bir hisse çıkarmak ve sâir hademelere nezaret etmek ile istihdam edilmeleri, bilmüşâhede görünüyor. Elbette dördüncü kısım, belki en birinci kısım olan hizmetkârlar, ameleler bulunacaktır. Hem insâna benzer ki, o Sâni’-i Zülcelâl’in makasıd-ı külliyyesini bilir bir ubûdiyyet ile, tevfik-i hareket ederler. Hem, insânın hilâfına olarak hazz-ı nefisten ve cüz’î ücretlerden tecerrüd ederek yalnız Sâni’-i Zülcelâl’in nazarı ile, emri ile, teveccühü ile, hesabı ile, namı ile ve kurbiyyetiyle ihtisas ile ve intisab ile hâsıl ettikleri lezzet ve kemâl ve zevk ve saadeti kâfi görüp, hâlisen muhlisen çalışıyorlar. Cinslerine göre kâinattaki mevcûdâtın enva’ına göre vazife-i ibâdetleri tenevvü’ ediyor. Bir hükûmetin muhtelif dairelerde, muhtelif vazifedârları gibi, saltanat-ı Rubûbiyyet dairelerinde vezaif-i ubûdiyyeti ve tesbihatı öyle tenevvü’ ediyor. Meselâ: Hazret-i Mikâil, yeryüzü tarlasında ekilen masnuat-ı İlâhiyyeye Cenâb-ı Hakk’ın havliyle, kuvvetiyle, hesabıyla, emriyle bir nâzır-ı umumî hükmündedir. (Tâbir caizse) umum çiftçi-misâl Melâikelerin reisidir. Hem Fâtır-ı Zülcelâl’in izniyle, emriyle, kuvvetiyle, hikmetiyle umum hayvanatın mânevî çobanlarının reisi, büyük bir melek-i müekkeli vardır. İşte mâdem şu mevcûdât-ı hariciyyenin, her birisinin üstünde, birer melek-i müekkel var olmak lâzım gelir. Tâ ki o cismin gösterdiği vezaif-i ubûdiyyet ve hidemat-ı tesbihiyyesini âlem-i mele-kûtta temsil etsin, dergâh-ı Ulûhiyyete bilerek takdim etsin. Elbette Muhbir-i Sâdık’ın rivayet ettiği melâikeler hakkındaki sûretler, gayet münâsibdir ve makûldür. Meselâ: Ferman etmiş ki: “Bâzı melâikeler bulunur, kırk başı veya kırkbin başı var. Her başta kırkbin ağzı var, herbir ağızda kırkbin dil ile, kırkbin tesbihat yapar.” Şu hakikat-ı Hadîsiyyenin bir mânası var, bir de sûreti var. Mânası şudur ki:

Melâikenin ibâdâtı, hem gayet muntâzamdır, mükemmeldir; hem gayet küllîdir, geniştir.Ve şu hakikatın sûreti ise şudur ki:

Bâzı büyük mevcûdat-ı cismâniyye vardır ki, kırkbin baş, kırkbin tarz ile vezaif-i ubûdiyyeti yapar. Meselâ: Semâ güneşlerle, yıldızlarla tesbihat yapar. Zemin tek bir mahlûk iken, yüzbin baş ile; her başta yüzbinler ağız ile, her ağızda yüzbinler lisan ile vazife-i ubûdiyyeti ve tesbihat-ı Rabbâniyyeyi yapıyor.

Səs yoxdur