Sözler | Otuzuncu Söz | 539
(535-558)

İşte diyanet silsilesine itâat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum sûretini alıp, şirk ve dalâlet zulümatını etrafına dağıtır. Hattâ, kuvve-i akliyye dalında; Dehriyyûn, Maddiyyûn, Tabiiyyûn meyvelerini, beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gadabiyye dalında; Nemrudları, Fir’avunları, Şeddadları (Hâşiye) beşerin başına atmış. Ve kuvve-i şeheviyye-i behîmiyye dalında; âliheleri, sanemleri ve ulûhiyyet dâva edenleri semere vermiş, yetiştirmiş. O şecere-i zakkumun menşe’i ile silsile-i Nübüvvetin ki bir şecere-i tûba-i ubûdiyyet hükmünde bulunan o silsilenin, küre-i zeminin bağında mübârek dalları: Kuvve-i akliyye dalında Enbiya ve Mürselîn ve Evliya ve Sıddıkîn meyvelerini yetiştirdiği gibi.. kuvve-i dafia; dalında âdil hâkimleri, melek gibi melikler meyvesini veren ve kuvve-i câzibe dalında; hüsn-ü sîret ve ismetli cemâl-i sûret ve sehavet ve keremnâmdarlar meyvesini yetiştiren ve beşer nasıl şu kâinatın en mükemmel bir meyvesi olduğunu gösteren o şecerenin menşe’i ile beraber ene’nin iki cihetindedir. O iki şecereye menşe’ ve medâr, esaslı bir çekirdek olarak ene’nin iki vechini beyân edeceğiz. Şöyle ki:

Ene’nin bir vechini Nübüvvet tutmuş gidiyor; diğer vechini felsefe tutmuş geliyor.

Nübüvvetin vechi olan birinci vecih: Ubûdiyyet-i mahzanın menşe’idir. Yâni ene, kendini abd bilir. Başkasına hizmet eder, anlar. Mahiyyeti harfiyyedir. Yâni; başkasının mânasını taşıyor, fehmeder. Vücûdu, tebeîdir. Yâni; başka birisinin vücûdu ile kaim ve îcadıyla sabittir, îtikad eder. Mâlikiyyeti, vehmiyyedir. Yâni kendi mâlikinin izni ile; sûrî, muvakkat bir mâlikiyyeti vardır, bilir. Hakîkatı, zılliyyedir. Yâni, hak ve vâcib bir hakîkatın cilvesini taşıyan mümkin ve miskin bir zılldir. Vazifesi ise, kendi Hâlıkının sıfât ve şuûnâtına mikyas ve mîzan olarak, şuurkârane bir hizmettir. İşte enbiya ve enbiya silsilesindeki asfiya ve evliya ene’ye şu vecihle bakmışlar, böyle görmüşler, hakîkatı anlamışlar. Bütün mülkü Mâlik-ül Mülk’e teslim etmişler ve hükmetmişler ki: O Mâlik-i Zülcelâl’in ne mülkünde, ne Rubûbiyyetinde, ne Ulûhiyyetinde şerik ve nazîri yoktur; mûin ve vezire muhtaç değil; herşeyin anahtarı Onun elindedir; herşeye Kadir-i Mutlaktır. Esbab, bir perde-i zâhiriyyedir; tabiat, bir şeriat-ı fıtriyyesidir ve kanunlarının bir mecmuasıdır ve kudretinin bir mistarıdır.


Hâşiye: Evet Nemrudları, Firavunları yetiştiren ve dâyelik edip em-ziren; eski Mısır ve Babil’in ya sihir derecesine çıkmış veyahut hususî olduğu için etrafında sihir telâkki edilen eski felsefeleri olduğu gibi.. âliheleri eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnâmı tevlid eden felsefe-i tabiiyye bataklığıdır. Evet tabiatın perdesi ile Allah’ın nurunu görme-yen insân, herşeye bir ulûhiyyet verip kendi başına musallat eder.

Səs yoxdur