Sözler | Otuzuncu Söz | 548
(535-558)

Hem vazifesinin hitamında “Elhamdülillâh” der. Çünki bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemâl-i san’at, faideli bir hüsn-ü nakş göstererek Sâni’-i Zülcelâl’in medâyihine bir kaside-i medhiyye gibi bir eser gösterir; meselâ: Nar ve mısıra dikkat et.

Evet, tahavvülât-ı zerrat; (Hâşiye) , Âlem-i gaybdan olan herşeyin geçmiş aslında ve gelecek neslindeki intizâmata medâr ve ilim ve emr-i İlâhînin bir ünvânı olan “İmam-ı Mübîn”in düsturları ve imlâsı tahtında ve zaman-ı hâzır ve âlem-i şehadetten teşkil ve icad-ı eşyada tasarrufa medâr ve kudret ve irade-i İlâhiyyenin bir ünvânı olan “Kitab-ı Mübîn”den istinsah ile ve seyyal zamanın hakikatı ve sahife-i misâliyyesi olan “Levh-i Mahv-İsbat”ta kelimât-ı kudreti yazmak ve çizmekten gelen harekâttır ve mânidar ihtizazâttır.


Hâşiye: İkinci Maksad’ın tahavvülât-ı zerratın târifine dair olan uzun cümlenin haşiyesidir.

Kur’an-ı Hakîm’de “İmam-ı Mübin” ve “Kitab-ı Mübin”, mükerrer yer-lerde zik-redilmiştir. Ehl-i tefsir, “ikisi birdir”; bir kısmı, “Ayrı ayrıdır” demişler. Hakikatlarına dair beyânâtları muhteliftir. Hülâsa: “İlm-i İlâhî’nin ünvânlarıdır” demişler. Fakat Kur’anın feyzi ile şöyle kanaatım gelmiş ki: “İmam-ı Mübîn”, İlim ve emr-i İlâhînin bir nev’ine bir ünvândır ki, âlem-i şehadetten ziyâde âlem-i gayba bakıyor. Yâni zaman-ı halden ziyâde mâzi ve müstakbele nazar eder. Yâni, herşey’in vücûd-u zâhirîsinden ziyâde aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar. Ka-der-i İlâhînin bir defteridir. Şu defterin vücûdu, Yirmi altıncı Söz’de, hem Onuncu Söz’ün hâşiyesinde isbat edilmiştir. Evet şu “İmam-ı Mübîn”, bir nevi ilim ve emr-i İlâhînin bir ünvânıdır. Yâni, eşyanın mebâdileri ve kökleri ve asılları, kemâl-i inti-zâm ile eşyanın vücûdlarını gayet san’atkârane intaç etmesi cihetiyle elbette desâtir-i ilm-i İlâhînin bir defteri ile tanzim edildiğini gösteriyor ve eşyanın neticeleri, nesille-ri, tohumları; ileride gelecek mevcûdâtın prog-ramlarını, fihristelerini tazammun ettiklerinden elbette evâmir-i İlâhiyyenin bir küçük mecmuası olduğunu bildiriyor-lar. Meselâ: Bir çekirdek bütün ağacın teşkilâtını tanzim edecek olan programları ve fihristeleri ve o fihriste ve programları tâyin eden o evâmir-i tekvîniyyenin küçücük bir mücessemi hükmünde denilebilir. Elhasıl; “İmam-ı Mübîn”, mâzi ve müstakbelin ve âlem-i gaybın etrafında dal-budak salan şecere-i hilkatın bir programı, bir fihristesi hükmündedir. Şu mânâdaki “İmam-ı Mübîn”, kader-i İlâhînin bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir. O desâtirin imlâsı ile ve hükmü ile zerrat, vücûd-u eşyadaki hidematına ve harekâtına sevkedilir. Amma “Kitab-ı Mübîn” ise, âlem-i gaybdan ziyâde, âlem-i şehadete bakar. Yâni, mâzi ve müstakbelden ziyâde, zaman-ı hâzıra nazar eder ve ilim ve emirden ziyâde, kudret ve irade-i İlâhiyyenin bir ünvânı, bir defteri, bir kitabıdır. “İmam-ı Mübîn”, Kader defteri ise, “Kitab-ı Mübin”, Kudret defteridir. Yâni herşey vücûdunda, mâhiyetinde ve sıfât ve şuunatında kemâl-i san’at ve intizâmları gösteriyor ki; bir kudret-i kâmilenin desâtiri ile ve bir irade-i nâfizenin kavânîni ile vücûd giydiriliyor. Sûretleri tâyin, teşhis edilip; birer mikdâr-ı muayyen, birer şekl-i mahsus veriliyor. Demek o kudret ve iradenin küllî ve umumî bir mec-mua-i kâvânini, bir defter-i ekberi vardır ki; herbir şey’in hususî vücûdları ve mahsus sûretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir. İşte şu defterin vücûdu “İmam-ı Mübin” gibi kader ve cüz’-i ihtiyârî mesâilinde isbat edilmiştir. Ehl-i gaflet ve dalâlet ve felse-fenin ahmaklığına bak ki: Kudret-i Fâtıra’nın o Levh-i Mahfûzunu ve hikmet ve ira-de-i Rabbâniyyenin o basîrâne kitabının eşyadaki cilvesini, aksini, misâlini hisset-mişler. Hâşâ, “Tabiat” nâmıyla tesmiye etmişler, körletmişler. İşte “İmam-ı Mübîn”in imlâsı ile, yâni kaderin hükmüyle ve düsturu ile kudret-i İlâhiyye, îcad-ı eşyada herbiri birer âyet olan silsile-i mevcûdatı, “Levh-i Mahv-İsbat” denilen zama-nın sahife-i misâliyyesinde yazıyor, îcadediyor, zerratı tahrik ediyor.

Demek harekât-ı zerrat; o kitabetten, o istinsahtan; mevcûdat âlem-i gaybdan âlem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde bir ihtizazdır, bir harekâttır. Amma “Levh-i Mahv-İsbat” ise, sâbit ve dâim olan Levh-i Mahfuz-u Âzam’ın daire-i mümkinatta, yâni mevt ve hayata, vücûd ve fenâya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-ı zaman odur. Evet herşeyin bir hakikatı olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikatı dahi “Levh-i Mahv-İsbat”taki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir.

Səs yoxdur