Sözler | Otuzuncu Söz | 552
(535-558)

Taayyünât-ı itibariyyeyi değiştirmekle, maânîleri değişir ve çoğalır. Taayyünât-ı itibariyye ve teşahhusat-ı muvakkate, tebdil edildikleri ve zâhiren fâni oldukları halde; onların maânî-i cemileleri muhafaza olunup, sâbit ve bâki kalır. Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsâlinin, hakikatça aynılarıdır. Yalnız teşahhusat-ı itibariyyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyatı tazelenmekte olan şuunat-ı Esmâ-i İlâhiyyenin maânîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.

Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misâl gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdud sâir uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münâsib şeyleri yetiştirmek için şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhında ve tarlasında Hakîm-i Zülcelâl, zerratı tahrik edip; kâinatı seyyale ve mevcûdâtı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı ma’nevîyye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli, dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.

Beşincisi: Nihayetsiz kemâlât-ı İlâhiyyeyi, hadsiz celevât-ı cemâliyyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ı celâliyyeyi ve gayr-ı mütenâhî tesbihat-ı Rabbâniyyeyi şu dar ve mahdud zeminde ve mütenâhî ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemâl-i hikmetle kudretiyle tahrik edip, kemâl-i intizâmla tavzif ederek; mütenâhî bir zamanda, mahdud bir zeminde gayr-ı mütenâhî tesbihat yaptırıyor. Gayr-ı mahdud tecelliyat-ı cemâliyye ve celâliyye ve kemâliyyesini gösteriyor. Çok hakaik-i gaybiyye ve çok semerat-ı uhreviyye ve fânîlerin bâkî olan hüviyyet ve sûretlerinden pekçok nukuş-u misâliyye ve çok mânidar nüsuc-u levhiyyeyi icad ediyor. Demek zerreyi tahrik eden; şu makasıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir zâttır. Yoksa herbir zerrede, güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.

Daha bu beş nümûne gibi belki beşbin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlâhî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu’metmişler.

İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir.

(Üçüncü Noktada altıncı uzun bir hikmet daha söylenecektir.)

Səs yoxdur