Sözler | OtuzBirinci Söz | 581
(559-589)

Deme ki: Havaî bir “Elhamdülillâh” kelimem, nasıl mücessem bir meyve-i Cennet olur?

Çünki: Sen, gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bâzan rü’yada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün; gecede acı bir şey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin; meyveler suretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’ad etmemelisin...

DÖRDÜNCÜ ESAS

Mi’racın semeratı ve faydası nedir?

Elcevab: Şu şecere-i Tûbâ-i Mâneviyye olan Mi’racın beşyüzden fazla meyvelerinden nümune olarak yalnız beş tanesini zikredeceğiz.

BİRİNCİ MEYVE:

Erkân-ı îmaniyyenin hakaikını göz ile görüp, melâikeyi, cenneti, âhireti, hattâ Zât-ı Zülcelâli göz ile müşahede etmek; kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki: Şu kâinatı, perişan ve fâni ve karmakarışık bir vaziyet-i mevhûmeden çıkarıp, o nur ve o meyve ile, o kâinatı; kudsî mektubat-ı Samedaniyye, güzel âyine-i cemal-i zât-ı ehadiyye vaziyeti olan hakîkatını göstermiş. Kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş. Hem o nur ve o meyve ile beşeri; müşevveş, perişan, âciz, fakir, hâcâtı hadsiz, a’dası nihayetsiz ve fâni, bekasız bir vaziyet-i dalaletkâraneden o insanı o nur, o meyve-i kudsiyye ile Ahsen-i Takvîmde bir mu’cize-i kudret-i Samedâniyyesi ve mektubat-ı Samedaniyyenin bir nüsha-i câmiası ve Sultan-ı Ezel ve Ebed’in bir muhatabı, bir abd-i hassı, kemâlâtının istihsancısı, halîli ve cemâlinin hayretkârı, habîbi ve cennet-i bâkiyesine namzet bir misafir-i azîzi suret-i hakikîsinde göstermiş. İnsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk vermiştir.

İKİNCİ MEYVE:

Sâni’-i Mevcûdât ve Sahib-i Kâinat ve Rabb-ül Âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebed’in marziyyat-ı Rabbâniyyesi olan İslâmiyet’in, -başta namaz olarak- esasâtını, cin ve inse hediye getirmiştir ki; o marziyyâtı anlamak, o kadar merak-aver ve saadet-averdir ki, târif edilmez. Çünki: herkes, büyükçe bir veliyy-i ni’met, yahut, muhsin bir pâdişahının uzaktan arzularını anlamağa ne kadar arzukeş ve anlasa, ne kadar memnun olur. Temenni eder ki: “Keşki bir vasıta-i muhabere olsa idi, doğrudan doğruya o zât ile konuşsa idim.

Səs yoxdur