Sözler | OtuzBirinci Söz | 587
(559-589)

Eğer o zamanda o hâdise, o küffarca kat’î ve vâki bir hâdise olmasa idi; şu sözü serrişte ederek, gayet dehşetli bir tekzîbe ve Peygamberin ibtal-i dâvasına hücum göstereceklerdi. Halbuki: şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebetdar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şey’ini nakletmemişlerdir. Yalnız


âyetinin beyan ettiği gibi, tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar, “sihirdir” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakîkattır. Yoksa bize sihir etmiş” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (A.S.M.) hakkında (Hâşâ): “Yetim-i Ebu Talib’in sihri semâya da te’sir etti” dediler.

İKİNCİ NOKTA: Sa’d-ı Taftazânî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: “İnşikak-ı Kamer, parmaklarından su akması, umum bir orduya su içirmesi, câmide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfârakat-ı Ahmediyyeden (A.S.M.) ağlaması; umum cemaatin işitmesi gibi mütevâtirdir. Yâni, öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-ı kesîre nakletmiştir ki, kizbe ittifakları muhaldir. “Hâle” gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevâtirdir. Görmediğimiz Serendib adasının vücudu gibi tevatürle vücudu kat’îdir, demişler. İşte böyle gayet kat’î ve şuhûdî mesailde teşkikât-ı vehmiyye yapmak, akılsızlıktır. Yalnız muhal olmamak kâfidir. Halbuki: Şakk-ı Kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Mu’cize; dâva-yı Nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise; dâva-yı Nübüvveti işitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedâhetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelâl’in hikmetine münafi olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünki: “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm inşikak-ı Kameri, feylesofların hevesâtına göre bütün âleme göstermek için bir-iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semâviyye gibi; ya dâva-yı Nübüvvete delil olmazdı, Risalet-i Ahmediyyeye (A.S.M.) hususiyeti kalmazdı. Veyahut bedâhet derecesinde öyle bir mu’cize olacakdı ki: Aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak; ister istemez Nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zâyi olacaktı.

Səs yoxdur