Öyle de esbab-ı zâhiriyye ve vesait-i suriyyenin, Rubûbiyyet-i İlâhiyyeden hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubû-diyyetten başka nasibleri yoktur...
İKİNCİ MAKSAD
Ehl-i şirkin vekili, meslek-i şirki, hiçbir cihette isbat edemediğinden ve onun isbatından me’yus kaldığından; ehl-i tevhidin mesleğini, teşkikatıyla ve şüpheleriyle tahrib etmeğe çalışmak istediğinden; şöyle ikinci bir sual ediyor. Diyor ki:
“Ey ehl-i tevhid! Siz diyorsunuz ki:
Hâlık-ı âlem birdir; Ehaddir, Sameddir. Hem, herşeyin Hâlıkı O’dur. Ehadiyyet-i zâtîyyesiyle beraber doğrudan doğruya herşeyin dizgini O’nun elinde; herşeyin anahtarı kabzasında, herşeyin nasiyesini tutuyor; bir iş bir işe mâni olmuyor. Bütün eşyada, bütün ahvâliyle bir anda tasarruf edebilir. Böyle acib bir hakîkata nasıl inanılabilir? Müşahhas bir tek Zât, nihayetsiz yerlerde, nihayetsiz işleri külfetsiz yapabilir mi?”
ELCEVAB: Şu suale, gayet derin ve ince ve gayet yüksek ve geniş olan bir sırr-ı Ehadiyyet ve Samediyyetin beyânıyla cevap verilir. Fikr-i beşer; ise o sırra, ancak bir temsil dûrbîniyle ve mesel rasadıyla bakabilir. Cenâb-ı Hakk’ın zât ve sıfâtında misil ve misâli yok. Fakat mesel ve temsil ile bir derece şuunatına bakılabilir. İşte biz de, temsilât-ı maddiyye ile o sırra işaret edeceğiz.
Birinci Temsil: Şöyle ki: Onaltınc ı Söz’de isbat edildiği gibi, Birtek zât-ı müşahhas, muhtelif âyineler vasıtasıyla külliyet kesbeder. Bir cüz’i-yi hakikî iken, şuunat-ı kesîreye mâlik bir küllî hükmüne geçer. Evet, nasıl cismanî şeylere cam ve su gibi maddeler âyine olup, cismanî birtek şey, o âyinelerde bir külliyet kesbeder. Öyle de: Nuranî şeylere ve ruhaniyata dahi, hava ve esîr ve âlem-i misâlin bâzı mevcûdâtı, âyineler hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde birer vasıta-i seyr ü seyahat sûretine geçerler ki, o nuranîler ve o ruhânîler, hayal sür’atiyle o me-raya-yı nazifede ve o menazil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Ve her âyinede, nuranî oldukları ve akisleri onların aynı ve onların hâsiyetine mâlik oldukları için, cismâniyetin aksine olarak, her yerde bizzât bulunur gibi hükmederler.