Sözler | Otuzİkinci Söz | 642
(590-652)

Ve ne derece:



yerindedir anlarsın.

Hem alâkadar olduğun ve perişaniyetlerinden müteessir olduğun; senin bir nevi hânen ve içindeki mevcûdât, senin o hânenin ünsiyetli levazımatı ve sevimli müzeyyenatı hükmünde olan dünyayı ve içindeki mahlûkatı kemâl-i hikmet ile tanzim ve tedbir ve terbiye eden zâtın “Hakîm” ismine ve “Mürebbî” ünvânına senin ruhun ne kadar muhtaç, ne kadar müştak olduğunu dikkat etsen anlarsın. Hem bütün alâkadar olduğun ve zevalleriyle müteellim olduğun insânları, mevtleri hengâmında adem zulümatından kurtarıp şu dünyadan daha güzel bir yerde yerleştiren bir zâtın “Vâris, Bâis” isimlerine, “Bâki, Kerim, Muhyî ve Muhsin” ünvânlarına ne kadar ruhun muhtaç olduğunu dikkat etsen anlarsın.

İşte insânın mâhiyeti, ulviyye; fıtratı, câmia olduğundan; binler enva-ı hâcât ile binbir Esmâ-i İlâhiyyeye, herbir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyâc, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır. Ruhun tekemmülâtına göre merâtib-i muhabbet, merâtib-i esmâya göre inkişaf eder. Bütün esmâya muhabbet dahi -Çünki o esmâ Zât-ı Zülcelâl’in ûnvanları ve cilveleri olduğundan- muhabbet-i zâtîyyeye döner. Şimdi yalnız nümûne olarak binbir esmâdan yalnız “Adl” ve “Hakem” ve “Hak” ve “Rahîm” isimlerinin binbir mertebelerinden bir mertebeyi beyân edeceğiz. Şöyle ki:

Hikmet ve adl içindeki “Rahmânirrahîm” ve “Hak” ismini âzamî bir dairede görmek istersen, şu temsile bak: Nasılki; bir orduda dörtyüz muhtelif tâifeler bulunduğunu farz ediyoruz ki, herbir tâife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzâkı ayrı, rahatla istîmal edeceği silâhları ayrı ve mizacına deva olacak ilâçları ayrı oldukları halde, bütün o dörtyüz tâife, ayrı ayrı takım, bölük tefrik edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde onları kemâl-i şefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarından ve mu’cizâne ilim ve ihâtasından ve fevkalâde adâlet ve hikmetinden, misilsiz birtek pâdişah onların hiçbirini şaşırmayarak, hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz olarak bizzât kendisi verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerîm bir pâdişah olduğunu anlarsın. Çünki: Bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve teçhiz etmek çok müşkil olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz edilir.

Səs yoxdur