Sözler | OtuzÜçüncü Söz | 681
(653-690)

Demek eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler; tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına kat’iyyen delâlet eder. Sevdirmek ve tanıttırmak sıfatları ise; bilbedâhe Vedûd, Mâruf bir Sâni-i Kadîr’in vücûb-u vücûduna ve vahdetine şehadet eder.

Elhasıl: Sebeb, gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, câhil ve câmid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîm’in eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve meharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni’-i Hakîm’e işaret eder.

Ey esbab-perest bîçâre! Bu üç mühim hakîkatı ne ile îzah edebilirsin? Sen nasıl kendini kandırabilirsin? Aklın varsa, esbab perdesini yırt. “Vahdehû lâ şerîke leh” de, hadsiz evhamdan kurtul.

Yirmi sekizinci Pencere


Şu kâinata bakıyoruz, görüyoruz ki: Hüceyrat-ı bedenden tut, tâ mecmu-u âleme şâmil bir hikmet ve tanzim var. Hüceyrat-ı bedene bakıyoruz, görüyoruz ki: Mesâlih-i bedeni gören ve idare eden birisinin emriyle, kanunuyla o küçücük hüceyrelerde ehemmiyetli bir tedbir var. Mideye, nasıl bir kısım rızk, iç yağı suretinde iddihar olunup vakt-i hâcette sarfedilir. Aynen o küçücük hüceyrelerde de, o tasarruf ve iddihar var. Nebâtata bakıyoruz, gayet hakîmane bir terbiye, bir tedbir görünüyor. Hayvanata bakıyoruz; nihayet derecede kerîmane bir terbiye ve iaşe görüyoruz. Kâinatın erkân-ı azîmesine bakıyoruz; mühim gayeler için haşmetkârane bir tedvir ve tenvir görüyoruz. Âlemin mecmuuna bakıyoruz; muntâzam bir memleket, bir şehir, bir saray hükmünde âli hikmetler, galî gayeler için mükemmel bir tanzîmat görüyoruz. (Otuzikinci Söz’ün Birinci Mevkıfında îzah ve isbat edildiği üzere) bir zerreden tut, tâ yıldızlara kadar zerre mikdar şirke yer bırakmıyor.

Səs yoxdur