Sözler | OtuzÜçüncü Söz | 684
(653-690)

âyet-i kerimesinin delâletiyle: Nizâm bozulacaktı, sûret değişecekti, fesadın âsârı görünecekti. Halbuki:



delâletiyle ve şu ifade ile nazar-ı beşer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa, hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak menzili olan göze gelip, onu gönderen münekkid akla diyecek: “Beyhude yoruldum, kusur yok” demesiyle gösteriyor ki: Nizâm ve intizâm, gayet mükemmeldir. Demek intizâm-ı kâinat, Vahdâniyyetin kat’î şâhididir.


Gel gelelim “Hudûs”a. Mütekellimîn demişler ki:

“Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hâdistir. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yâni mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mûcidi var.”

Biz de deriz: Evet kâinat hâdistir. Çünki görüyoruz: Her asırda, belki her senede, belki her mevsimde bir kâinat, bir âlem gider, biri gelir. Demek bir Kadîr-i Zülcelâl var ki, bu kâinatı hiçten îcad ederek her senede belki her mevsimde, belki her günde birisini îcad eder, ehl-i şuûra gösterir ve sonra onu alır, başkasını getirir. Birbiri arkasına takıp zincirleme bir surette zamanın şeridine asıyor. Elbette bu âlem gibi birer kâinat-ı müteceddide hükmünde olan her baharda gözümüzün önünde hiçten gelen ve giden kâinatları îcad eden bir Zât-ı Kadîr’in mu’cizât-ı kudretidirler. Elbette âlem içinde her vakit âlemleri halkedip değiştiren zât, mutlaka şu âlemi dahi O halketmiştir. Ve şu âlemi ve rûy-i zemini, o büyük misafirlere misafirhane yapmıştır.

Gelelim “İmkân” bahsine, Mütekellimîn demişler ki:

“İmkân, mütesâviy-üt-tarafeyn”dir. Yâni: Adem ve vücûd, ikisi de müsavi olsa; bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid lâzımdır. Çünki; mümkinat, birbirini îcad edip teselsül edemez. Yahut; o onu, o da onu îcad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise bir Vâcib-ül Vücûd vardır ki, bunları icad ediyor.

Səs yoxdur