Sözler | OtuzÜçüncü Söz | 686
(653-690)

Öyle de: Bu kâinattaki mevcûdât, herbiri kendi zâtı ile, sıfâtı ile çok imkânat yolları içinde has bir vücûdu ve hikmetli bir sûreti ve faideli sıfatları, nasıl bir Vâcib-ül Vücûd’a şehadet ederler. Öyle de: Mürekkebata girdikleri vakit, herbir mürekkebde daha başka bir lisanla yine Sâniini ilân eder. Git gide, tâ en büyük mürekkebe kadar nisbeti ve vazifesi, hizmeti itibariyle Sâni-i Hakîm’in vücûb-u vücûduna ve ihtiyarına ve iradesine şehadet eder. Çünki: Bir şeyi, bütün mürekkebata hikmetli münasebetleri muhafaza sûretinde yerleştiren, bütün o mürekkebatın Hâlıkı olabilir. Demek birtek şey, binler lisanlarla ona şehadet eder hükmündedir. İşte kâinatın mevcûdâtı kadar değil, belki mevcûdâtın sıfât ve mürekkebatı adedince imkânat noktasından da Vâcib-ül Vücûd’un vücûduna karşı şehadetler geliyor.

İşte ey gafil! Kâinatı dolduran bu şehadetleri, bu sadaları işitmemek.. ne derece sağır ve akılsız olmak lâzım geliyor? Haydi sen söyle!..

Otuz birinci Pencere


Şu pencere insân penceresidir ve enfüsîdir. Ve enfüsî cihetinde şu pencerenin tafsilâtını binler muhakkikîn-i evliyanın mufassal kitablarına havale ederek yalnız feyz-i Kur’andan aldığımız birkaç esasa işaret ederiz. Şöyle ki:

Onbirinci Söz’de beyân edildiği gibi: “İnsan, öyle bir nüsha-i câmiadır ki: Cenâb-ı Hak bütün esmâsını, insânın nefsi ile insâna ihsas ediyor.” Tafsilâtını başka Sözlere havale edip yalnız üç noktayı göstereceğiz.

BİRİNCİ NOKTA: İnsan, üç cihetle Esmâ-i İlâhiyyeye bir âyinedir. Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsân, za’f ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuru ile, bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ... Pek çok evsâf-ı İlâhiyyeye bu suretle âyinedârlık ediyor.

Səs yoxdur