Sözler | OtuzÜçüncü Söz | 689
(653-690)

Tevhidin bir bürhân-ı nâtıkı olan Zât-ı Ahmediyye Aleyhissalâtü Vesselâm Risalet ve velâyet cenahlarıyla, yâni kendinden evvel bütün enbiyanın tevatürle icmâ’larını ve ondan sonraki bütün evliyanın ve asfiyanın icmâ’kârane tevatürlerini tazammun eden bir kuvvetle bütün hayatında bütün kuvvetiyle Vahdâniyyeti gösterip ilân etmiş. Ve Âlem-i İslâmiyet gibi geniş, parlak, nuranî bir pencereyi, mârifetullaha açmıştır. İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylânî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiya ve sıddıkîn, o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar. Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var mı? Ve onu ittiham edip, bu pencereden bakmayanın aklı var mı? Haydi sen söyle!

Otuz üçüncü Pencere


Bütün geçmiş pencereler, Kur’an denizinden bâzı katreler olduğunu düşün. Sonra Kur’anda ne kadar âb-ı hayat hükmünde olan envar-ı tevhid var olduğunu kıyas edebilirsin. Fakat bütün o pencerelerin menbaı ve mâdeni ve aslı olan Kur’ana gayet mücmel bir surette, gayet basit bir tarzda bakılsa dahi, yine gayet parlak, nuranî bir pencere-i câmiadır. O pencere ne kadar kat’î ve parlak ve nuranî olduğunu, Yirmibeşinci Söz olan İ’câz-ı Kur’an Risalesine ve Ondokuzuncu Mektub’un Onsekizinci İşaretine havale ediyoruz. Ve Kur’anı bize gönderen Zât-ı Zülcelâl’in Arş-ı Rahmânîsine niyaz edip deriz:


Səs yoxdur