Risale-i Nur’u, kendi zekâ ve dirayetine hamletmeyip, İlahî tevfik ve inayete atfederek nazarları Kur’an’a çeviren mütevazi bir fedakâr hakkında ve aynı şiarı meslek ittihaz eden talebeleri olan bizler hakkında, dinî hisleri âlet ederek başka maksad ve gayeler peşinde koşuyor ittihamını yapmak, insafsızlıktan başka bir şey değildir.
Yirmi seneden ziyade bir müddetten beri Risale-i Nur’un hizmetinde çalışan ve Üstad Bediüzzaman’ın şahsî ve hizmet-i Nuriyeye müteallik hayatı ile çok yakından alâkadar bulunan ben, Üstad Said Nursî’de, dini veya dinî hisleri âlet etmek veya şahsî nüfuz toplamak gibi dinen mezmum vartalar bulunmadığını bütün kuvvetimle arzetmek isterim. Şu birkaç nokta nazar-ı mütalaaya alınsa, makam-ı iddianın isnadları tamamıyla yersiz olduğu anlaşılır. Şöyle ki:
1- Bediüzzaman, Kur’an’dan aldığı mesleğinin esasının acz ve fakr olduğunu beyan eder. Bütün hayatında ve eserlerinde ve hizmet-i imaniyesinde bu esas bütün mana ve şümulüyle görünür. Müddeiumumînin mevcud zannettiği veya iddia ettiği şahsî nüfuz temini, dini ve dinî hissiyatı âlet etmek, bu iki esasa taban tabana zıddır. Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin en çok kaçındığı, reddettiği ve zerre kadar kalben dahi taleb etmediği ve bütün hataların başı olarak bildiği bir şey varsa, o da: Dinin âlet edilmesi suretiyle dünyevî maksadlar ve fanî umûrlar peşinde koşmaktır.
2- Hem şahsî nüfuz temininden, hem maddî ve mânevî menfaat talebinden de nihayet derecede kaçan ve çekinen bir zata aynı isnadı yapmak, bir adalet