türlü türlü bahanelerle bizi perişan etmek ve hizmet-i imaniyeye sed çekmek için senelerce uğraştılar, bahaneler icad ettiler. Fakat âdil zatlar, defalarca bize beraetler vererek müfterileri susturdular. O garazkârlardan vicdan ve insafı olanlar mahcub oldular.
Mahkeme-i âlînize bütün samimiyetimle arzederim ki: Tarihte Üstad Bediüzzaman Said Nursî ve talebeleri kadar garazsız ve ivazsız hakka hizmet eden, mensub oldukları millet ve memleketin dünyevî ve uhrevî hayatının saadeti ve selâmetine çalışan, mukabilinde ise bir teşekkür istemeyi dahi niyet ve hatırına getirmeyen, fakat bunun karşılığında da misli görülmemiş şekilde en ziyade iftiralara ve ihanetlere maruz kalanlar olmamıştır zannederim.
Hakikatların zıddına inkılâbı muhal olduğu halde; Said Nursî’nin Kur’an-ı Hakîm’den aldığı imanî derslerini neşretmesinden millete, memlekete zarar tevehhüm edenler veya bir suç isnad edenler, aynen bu muhali irtikâb ettiler. İcabında milleti için, İslâm için Cehennem’i göze alanlara ve hâdiselerle bunu isbat edenlere zararlı unsurlar demekle, akıl ve mantığın hilafında büyük bir hataya düştüler.
Muhterem hey’et-i hâkime!
Ben Üstad Said Nursî’yi yirmi sene evvel Kastamonu’da bulunduğu zamanlar ziyaret etmiştim. O tarihten evvel ve sonra, vilayetimiz olan Isparta ve köylerinde pekçok müslümanlar, Nur Risalelerini elyazısı ile yazarak, büyük bir şevkle istinsah ediyorlardı. Âdeta Anadolu’ya Kur’an-ı Hakîm’in hikemiyatının tereşşuhatı bulunan Nur Külliyatı’nın yayılmasında,