... Bin üç yüz otuz sekizde Ankara’ya gittim. İslâm ordusunun Yunana galebesinden neş’e alan ehl-i îmanın kuvvetli efkârı içinde, gâyet müthiş bir zındıka fikri içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. Eyvah! dedim, bu ejderha îmanın erkânına ilişecek. O vakit, şu Ayet-i Kerîmenin bedahet derecesinde Vücûd ve Vahdaniyeti ifham ettiği cihetle ondan istimdâd edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîmden alınan kuvvetli bir bürhanı, Arabî bir Risâlede yazdım. Ankara’da “Yeni Gün” Matbaasında tabettirmiştim. Fakat maatteessüf, Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gâyet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan te’sirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu...”