ve Şâh-ı Geylânî ve Şâh-ı Nakşibend gibi eâzım-ı evliyanın münâcat ve hizblerini ve salâvat-ı Nuriyeleri ve bilhassa Risâle-i Nur’un menbaı olan “Hizb-ün Nuriyye”yi ve Âyat-ı Kur’âniyenin lemeatı olan ve bir silsile-i tefekkür bulunan ve Yirmi Dokuzuncu Lem’ada cemedilen hizb ve münacatları okur, bunları tamam edince de yine Risâle-i Nurla meşgul olurdu. Gündüzleri ise, dâima Risâle-i Nurun mütalâası ve tashihi ile meşgul olur; Risâle-i Nur hizmetini herşeye tercih eder, Risâle-i Nura âid, yetişecek acele bir iş zamanında diğer meşguliyetlerini bırakır evvelâ o işi tamamlardı.
Said Nursî, bahar mevsiminde menzilinin önündeki muhteşem çınar ağacının dalları arasındaki kulübeciğe çıkar, vazîfesini orada ifa eder; Risâle-i Nurun hakîkatlarını, menba ve mâden-i hakîkisi olan mele-i alâda tefeyyüz ve temaşa ve tefekkür ederdi. Üstadın gerek
sırrına mazhar olan bu çınar ağacı ve gerekse çam dağlarındaki o çok ünsiyet ettiği ağaçların ve dağların başındaki tefekkür ve hissiyatını ifade edebilmek acaba mümkün müdür? Asla mümkün değildir! Cenâb-ı Hak; Kemâl-i Rahmetiyle bu ferd-i ferîdi, kemâlât-ı insaniyenin bütün envaını câmi bir isti’dâdda yaratmış ve bu isti’dâdların da azamî şekilde inkişafını irade etmiş ki; bu müstesna zatı, İslâmiyet ağacının son asırlara uzanan ve binler dal budak salan Risâle-i Nur şahs-ı ma’nevîsi itibariyle bütün hakâikde “üstad-ı küll” hükmüne getirmiş ve topyekûn İslâmiyet hakîkatlarının bir aks-i nurunu ve tecellisini Risâle-i Nur şahs-ı ma’nevîsinde dercederek, ehl-i hakîkat ve kemâli hayretle baktırmış ve böylece, Risâlet-i Ahmediye ve hakîkat-ı Muhammediyenin câmi bir âyinesi olan Risâle-i Nur ile Said Nursî, bir Said olarak çürümüş, erimiş; fakat ma’nen bütün âlem-i İslâm olarak tevellüd etmiş, beka bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risâle-i Nur bâki kalacak ve dâima tekemmül edecektir. Hiç mümkün müdür ki; sinek kanadının icadından lâkayd kalmıyan ve o kanadın zerrelerinde pek çok hikmet ve maslahatları takib eden Sâni-i Zülcelâl, Risâle-i Nur ile onun te’lif edildiği menzillerle ve Nur Müellifinin kudsî vazîfelerini gördüğü yerlerle alâkadar olmasın.. ve öyle kudsî hizmetlere hâdim (hizmet eden) olan mekânlar ve dershane-i Nuriyeler ve şecere-i mübârek, rahmetin kasd-ı tahsisinden hariç kalsın? Kat’iyyen mümkün değildir!