Risâle-i Nur’da kat’iyetle isbat edilmiş ki; küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hatta deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki ; “İstirahatımızın selbine sebeb oldular.” diye rivayet-i sahiha vardır. O halde, kâfirin ve münafığın azab çekmesine acıyıp şefkat eden adamlar, şefkata lâyık hadsiz masumlara acımıyorlar.
Risâle-i Nur, hakâik-ı İslâmiyeye dâir ihtiyaçlara kâfi geliyor; başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’i ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki: Îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolayı, Risâle-i Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada, Risâle-i Nur o yolu kestirir, îman-ı tahkikîye isal eder. Bu fakir kardeşiniz, yirmi sene evvel, kesret-i mütalâa ile, ba’zan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalâa ederken; yirmi seneye yakındır ki, Kur’ân ve Kur’ân’dan gelen Risâle-i Nur bana kâfi geliyordu. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitabları da yanımda bulundurmadım. Risâle-i Nur, çok mütenevvi’ hakâika dâir olduğu halde; te’lifi zamanında yirmi senedenberi ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyâde muhtaç olmamak lâzım gelir. Hem mâdem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum ve meşgul olmuyorum. Siz dahi, Risâle-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır; belki bu zamanda elzemdir!..
Birinci Esas: Ehl-i îmanın me’yusiyetine karşı, istikbâlde bir Nur var diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kablelvuku’ ile Risâle-i Nur’un istikbâlde, dehşetli bir zamanda, çok ehl-i îmanın îmanlarını takviye edip kurtarmasını hissedip, o adese ile hürriyet inkılâbındaki siyaset dâirelerine bakmış; ta’birsiz, te’vilsiz tatbika çalışmış, siyaset ve kuvvet ve kemiyet noktasında zannetmiş; doğru hissetmiş, fakat tam doğru diyememiş.
İkinci Esas: Eski Said, ba’zı siyasî insanlar ve hârika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdâdı hissedip, ona (istibdâda) karşı cephe almışlardı. O hiss-i kablelvuku, ta’bir ve te’vile muhtaç iken, bilmiyerek; resmî, zaîf ve ismî bir istibdât görüp, o siyasî ve dâhî edipler ona karşı hücum gösteriyorlardı.