Demek, nasılki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve müvâzenelerini muhafaza için; onların direkleri, üstünde kurulmuş; öyle de, dağlar, zemin sefinesine bu ma’nada hazineli direkler olduklarını, Kur’ân-ı Mucizül-Beyân,
gibi çok âyetlerle ferman ediyor.
Hem meselâ: Dağların içinde zîhayata lâzım olan her nevi menba’lar, sular, mâdenler, maddeler, ilâçlar o kadar hakîmane ve müdebbirâne ve kerîmane ve ihtiyatkârâne iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki; bilbedâhe, kudreti nihayetsiz bir Kadîr’in ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîm’in hazineleri ve anbarları ve hizmetkârları olduklarını isbat ederler, diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazîfe ve hikmetlerinden bu iki cevhere sâirlerini kıyas edip, dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, husûsan ihtiyatî iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehâdeti ve söyledikleri
tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür. Âmentü Billâh der.
İşte bu ma’nayı ifade için, Birinci Makamın Beşinci Mertebesinde:
denilmiş.
Sonra o yolcu, dağda ve sahrada fikriyle gezerken eşcar ve nebatat âleminin kapısı fikrine açıldı.