Ve senevî zemin ağacının âhiri ise; ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve Esmâ-i İlâhîyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşr olabilen bütün sahâif-i a’mallerini zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup Hafîz-i Zülcelâl’in dest-i hikmetine teslim eder. ismini, hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
Ve bu ağacın zâhiri ise, haşrin üç yüz bin misâllerini ve emârelerini gösteren üç yüz bin küllî ve çeşit çeşit çiçekler açıp hadsiz rahmaniyet ve rezzâkıyet ve rahîmiyet ve kerîmiyet sofralarını sererek zîhayatlara ziyafetler vermekle ismini; meyveleri, çiçekleri, taamları sayısınca lîsanlariyle zikredip medh ve senâ eder, gündüz gibi
hakîkatını gösterir.
Bu haşmetli ağacın bâtını ise, had ve hesaba gelmez muntazam makineleri ve mîzanlı fabrikaları kemâl-i dikkat ve intizamla işlettiren öyle bir kazan ve tezgâhdır ki, bir dirhemden binler batman taamları ihzâr eder, pişirir, açlara yetiştirir ve öyle bir mîzan ve dikkatle işler ki, zerre kadar tesadüfün karışmasına bir yer bırakmaz. ismini zeminin iç yüzüyle, yüz bin dil ile tesbih eden ba’zı melâike gibi, yüz binler tarzlarda ilân edip isbat eder.
Hem arz; senevî hayatı haysiyetiyle bir ağaç olduğu ve o dört isim içinde hafîziyeti ve keza o dört ismi, haşir kapısına bir anahtar yaptığı gibi, aynen öyle de; dehrî ve dünya hayatı cihetiyle, yine, meyveleri âhiret pazarına gönderilen bir muntazam ağaçtır. Ve o dört isme öyle bir mazhar, bir âyine ve âhirete giden bir yol açar ki, genişliğini ihâtaya ve tâbire aklımız kâfi gelmiyor! Yalnız bu kadar deriz: Nasılki bir saatın, saniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan (haftalık saatin) milleri birbirine benzer, birbirini isbat eder; saniyelerin hareketini gören, sâir çarkların hareketlerini tasdik etmeğe mecbûr olur;