Muhakemat | Birinci Makale | 22
(4-66)

Elbette isyan eden, Cehenneme müstehak olur. Biz de bu hilkat denilen şerîat-ı fıtriyenin evamirine imtisâl edemediğimizden Cehennem-i cehl ile muazzeb olduk. Bu azabdan bizi kurtaracak, taksimü’l-a’mâl kanunuyla amel etmektir. Zîra seleflerimiz taksimü’l-a’mâlin ameli ile cinan-ı ulûma dâhil olmuşlardır.

Hâtime

Bir gayr-ı müslim yalnız mescide girmekle müslüman olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şerîatın kitablarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin mes’elesi girmesiyle tefsir veya şerîat olamaz. Hem de bir müfessir veya fakîh mütehassıs olmak şartıyla, hükmü yalnız nefs-i şerîat ve tefsirde hüccettir. Yoksa tufeylî olarak izinsiz tefsir, şerîat kitablarına girmiş emirlerde hüccet değildir. Zîra onlarda tufeylî olabilir. Nâkile itab yoktur. Evet bir fende sözü hüccet olanın sâir fenlerde nakil veya dava cihetiyle hükmünü hüccet tutmak, taksimü’l-mehâsin ve tefrikü’l-mesaî olan kanun-u İlâhîsine vech-i rıza göstermemek demektir.

Hem de mantıkça müsellemdir ki: Hüküm, mevzu ile mahmulün yalnız vechünmâ ile tasavvurlarını iktiza eder. Ve onların teşrihat-ı sâiresi ise, o fenden değildir. Başka fennin mesâilinden olmak gerektir.

Hem de mukarrerdir ki; âmm, hassa delalat-ı selâsenin hiçbirisi ile delâlet etmez. Meselâ: Tefsir-i Beyzâvî’de

olan âyetinde Ermeniye ve Azerbeycan Dağlarının mabeyninde olan teviline nazar-ı kat’i ile bakmak, en büyük mantıksızlıktır. Zîra esâsen nakildir. Hem de tayini Kur’ân’ın medlûlü değildir. Tefsirden sayılmaz. Zîra o tevil, âyetin bir kaydının başka fenne istinâden bir teşrihidir. Binâenaleyh o müfessir-i celilin tefsirdeki meleke-i rasihasına böyle zayıf noktaları bahâne tutmak, şübheleri îras etmek, insafsızlıktır. İşte asıl hakâik-i tefsir ve şerîat meydandadır. Yıldızlar gibi parlıyor. O hakâikteki vuzuh ve kuvvettir, benim gibi bir âcize cesâret veriyor. Ben de dava ederim:

Ses Yok