Karn-ı evvel ve sâni ve sâlis’teki gibi ve beşinci karn’a kadar filcümle olduğu gibi. Beşinci asırdan şimdiye kadar kuvvet hakkı mağlub eylemiş idi.
Saltanat-ı efkârın icrayı hasenesindendir ki: Hakâik-i İslâmiyetin Güneşi, evham ve hayalât bulutlarından kurtulmuş, her yeri tenvire başlamıştır. Hatta dinsizlik bataklığında taaffün eden adamlar dahi o ziya ile istifadeye başlamıştırlar. Hem de meşveret-i efkârın mehâsinindendir ki: Makasıd ve mesalik, bürhan-ı katı’ üzerine teessüs ve her kemâle mümidd olan hakk-ı sâbit ile hakâiki rabteylemesidir. Bunun neticesi; bâtıl, hak sûretini giymekle efkârı aldatmaz.
Ey ihvan-ı müslimîn!.. Hal, lîsan-ı hal ile bize beşâret veriyor ki: Sırr-ı
boynunu kaldırmış, el ile istikbâle işâret edip, yüksek ses ile i’lân ediyor ki: Dehre ve tabayi’-i beşere, damen-i kıyamete kadar hâkim olacak, yalnız âlem-i kevnde adâlet-i ezeliyenin tecelli ve timsali olan hakîkat-ı İslâmiyettir ki, asıl insaniyet-i kübrâ denilen şey odur.
İnsaniyet-i suğra denilen mehâsin-i medeniyet, onun mukaddemesidir. Görülmüyor mu ki: Telahuktan neş’et eden tenevvürü efkâr ile toprağa benzeyen evham ve hayalâtı hakâik-i İslâmiyenin omuzu üzerinde hafifleştirmiştir. Bu hal gösteriyor ki: Nücum-u semayı hidâyet olan o hakâik tamamen inkişaf ve tele’lü’ ve lem’anisar olacaktır.
Eğer istersen istikbâl içine gir, bak! Hakîkatlerin meydanında hikmetin taht-ı nezâret ve murakabesinde teslis içinde tevhidi arayanlar, safsata ederek asıl tevhid-i mahz ve i’tikâd-ı kâmil ve akl-ı selim kabul ettiği akide-i hak ile mücehhez ve seyf-i bürhan ile mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse; nasıl birden mağlub ve münhezim oluyor...