Bu şâhidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikra-i tâmmdır. Fakat ba’zan intizam görülmüyor. Çünkü dâiresi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur ve ihâta olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisâli kendini gösteremiyor. Binâenaleyh umum fünûnun şehâdetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş’et eden istikra-i tâmmın tasdikıyla sâbittir ki: Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemâldir. Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlube ve mağmuredirler. Eğer çendan savlet etseler de muvakkattır. Hem de sâbittir ki: Ekrem-i halk benî-âdemdir. İstidadı ve san’atı buna şâhiddir. Hem de benî-âdemin en eşrefi, ehl-i hak ve hakîkat olan doğru Müslümanlardır. Hakâik-i İslâmiyet buna şehâdet ettiği gibi istikbâlin vukuatı da tasdik edecektir. Hem de sâbittir ki: Ekmel-i küll Muhammed’dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Mu’cizatı ve ahlâk-ı kâmilesi şehâdet ettiği gibi, muhakkikîn-i nev’-i beşer de tasdik ederler. Hatta a’dası da teslim ediyorlar ve etmeye mecbûrdurlar.
Vakta ki bu böyle, şu şöyle ve o öyledir. Acaba nev’-i beşer şekavetiyle o fünûnların şehâdetini cerh ve istikra-i tâmmı nakz ve ibtal ve meşiet-i İlâhîyesinin karşısında temerrüd, taannüde muktedir olacak mıdır? Kellâ, muktedir olmaz ve olamaz. Âdil ve Hakîm-i Mutlak’ın Rahman ve Rahîm ismine kasem ederim: Nev’-i beşer, şer ve kubh ve bâtılı, zahmetsiz yâni (biselâmet-il emr) ile hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i İlâhîye müsaade etmeyecektir.
Evet hukuk-u umûmîye-i kâinata cinâyet eden afvolunmaz, râh-ı adem verilmez. Evet binler sene şerrin galebesi yalnız bu dünyada en ekall bin sene mağlubiyet-i mutlaka ile netice verecektir. Âlem-i uhrada hayır, şerri i’dam-ı ebedî ile mahkûm edecektir. Yoksa âlemin muntazama ve mükemmele ve evamir-i İlâhîyeye mutia olan sâir enva’ ve ecnas; bu perîşan ve şekavetçi olan nev’-i beşeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücûddan iskat ve zulmethâne-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tardetmek, iktiza ve arz-ı hal edeceklerdir.