İşâret: Bu tasviratla beraber hiss-i zâhire istinâden; zâhir, mutaassıbane bir cümud-u bâridi göstermek, nasılki belâgatın hararet ve letâfetine münafîdir. Öyle de: Delil-i Sâni’ olan nizam-ı âlemin esası olan hikmetullahın şâhidi olan istihsân-ı aklîye carih ve muhaliftir. Şöyle
Meselâ: Sübhan Dağı’na çok fersahla uzak bir mesafeden müteveccih olsan ve istesen ki: Sübhan senin cihat-ı erbaana mukâbil gelse veyahut her cihete mukâbil olarak görmüşsün, bu tebdil ve tebeddüle lâzım olan rahat bir sebebi olan kaç hareket-i vaz’iye ile birkaç adım atmak gibi en kısa yolu terk ve Sübhan Dağı gibi dehşetli bir cirm-i azîmi seni hayrette bırakacak bir dâire-i azîmeyi kat’etmesini tahayyül veya teklif etmek gibi bir gâyet uzun yolu ve israf ve abesiyete acib bir misâli, nizam-ı âleme esas tutmak, bence nizama cinâyet etmektir. Şimdi insafla nazar-ı hakîkatla bu taassub-u bârideye bak: Nasıl istikra-i tâmmın şehâdetiyle sâbit olan bir hakîkat-ı bahireye muaraza ediyor. O hakîkat ise budur:
Hilkatte israf ve abes yoktur. Ve hikmet-i ezeliye, kısa ve müstakîm yolu terketmez. Uzun ve müteassif yolu ihtiyar etmez. Öyle ise; acaba istikra-i tâmmın mecaza karîne olmasından ne mâni tasavvur olunur ve neden caiz olmasın?..
Tenbih: Eğer istersen Mukaddemata gir. Birinci Mukaddeme’yi suğra ve Üçüncü Mukaddeme’yi kübrâ yap. Sana netice verecektir ki: Ehl-i zâhirin zihinlerini teşviş eden, felsefe-i Yunaniyeye incizablarıdır. Hatta o felsefeye fehm-i âyette bir esas-ı müselleme nazarıyla bakıyorlar. Hatta oğlu ölmüş bir kocakarıyı güldürecek derecede bir misâl budur ki: Ba’zılar öyle bir zâtın kelâmındaki fülûs-u felsefeyi, cevher-i hakîkattan temyiz etmeyecek dereceden pek çok derecede âlî olan o zât-ı nekkad, Kürdçe demiş ki: