Fenn-i bediin ve tezyinat-ı lafzıyenin şartı ise, tesâdüf ve adem-i kasddır. Veyahut tesâdüfî gibi tabiat-ı ma’naya yakın olmaktır.
Telvih: Pûşide olmasın ki tabiata ve hakîkat-ı hâriciyeye delâlet eden ve hükmü zihnîyi kanun-u hâricî ile rabteden; ta’bir caiz ise perdeyi delerek, altındaki hakkı gösteren âletlerin en sekkabı -i tahkikiyedir. Evet şu nin şu hâsiyetine binâendir ki Kur’ânda kesretle isti’mal olunmuştur.
Tenbih: Ey birader! Bu makaledeki kavânin-i latîfe şu perîşan esalîbden teberri ve nefret etmesi seni tağlit etmesin. Meselâ: Eğer bu kanunlar iyi olsaydılar, onları vaz’ edene iyi bir ders-i belâgatı verecekler idi. Hem de güzel bir üslûbu giyecekler idi. Halbuki onları vaz’ eden ise ümmidir. Üslûbları dahi perîşandır, gibi bir vehme zâhib olma. Yahu! Bu vehme ehemmiyet verme. Zîra bir fende herbir ilim sâhibi onda san’atkâr olmak lâzım gelmez. Hem de ile’lmerkeziye olan kuvve-i cazibe, anil merkeziye olan kuvve-i dafiaya galibdir. Çünkü kulağın dimağa karâbeti ve akıl ile sıla-i rahmi vardır. Halbuki maden-i kelâm olan kalb ise, lîsandan uzak ve ecnebidir. Ve hem de çok def’a lîsan, kalbin dilini tamamen anlamıyor. Lasiyyema kalb ba’zan mes’elenin derin yerlerinden kuyu dibinde gibi bir tıntın eder ise lîsan işitemez, nasıl tercümanlık edecektir?..
Elhasıl: Fehim ifhamdan daha esheldir vesselâm!..
İtizar: Ey şu dar ve ince ve karanlık olan yolda benim ile arkadaşlık eden sabırlı ve metanetli zât! Zannediyorum bu İkinci Makale’de yalnız hayretle seyirci oldun, müstemi’ olmadın. Çünkü anlamadın. Hakkınız var, zîra mesâil gâyet derin ve ırkları uzun ve ibare ise gâyet muhtasar ve muğlak ve Türkçem de epeyce noksan ve müşevveş ve vaktim dahi dar.. ben de acele.. sıhhatım muhtel.. başım nezlelidir.