İkincisi: Üslûb-u müzeyyendir. Abdülkahir’in “Delâilü’l-İ’caz” ve “Esrârü’l-Belâga”sındaki müşa’şa’ ve parlak kelâmı gibi...
Üçüncüsü: Üslûb-u âlîdir. Sekkakî ve Zemahşerî ve İbn-i Sîna’nın ba’zı muhteşem kelâmları gibi... Veyahut şu kitabın mealindeki arabiyyü’l-ibare, lasiyyema Makale-i Sâlise’deki müşevveş fakat muhkem parçaları gibi. Zîra mevzuun ulviyeti şu kitabı üslûb-u âlîye ifrağ etmiştir. Yoksa benim san’atımın te’siri cüz’îdir.
Elhasıl: Eğer İlâhîyat ve usûlün bahis ve tasvirinde isen, şiddet ve kuvvet ve heybeti tazammun eden üslûb-u âlîden ayrılmamak gerektir.
Eğer hitabiyat ve iknaiyatta isen, zînet ve parlaklık ve tergib ve terhibi tazammun eden üslûb-u müzeyyeni elinden gelirse elden bırakma. Fakat gösteriş ve tasannu’ ve avamperestane nümayiş etmemek gerektir.
Eğer muamelat ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selaset ve tabiîliği tekeffül eden ve sadeliği ile cemâl-i zâtiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et.
Bu mes’elenin hâtimesi: Kelâmın kanaat ve istiğnası ve asabiyeti ise makamın hâricinde üslûbu aramamaktır. Şöyle ki: Ma’nanın kametine göre bir üslûbu kestirmek istediğin vakit, dâhil-i makamda olan menbadan ve mevzuun fabrikasından lâakal kelâmın tazammun ettiği mevzuun veya kıssatın veya san’atın levazımının parça parçasından ve tevabiinin kıt’a kıt’asından bir üslûbu dikmek, zaruret olmadan hârice medd-i nazar etmemek, ta’bir hata olmasa, hârice boykotaj etmek ile elbette kelâmın kuvveti tezayüd ettiği gibi, servetin dağılmamasına en büyük esastır. Demek ma’na ve makam ve san’at ise, kelâmın delâlet-i vaz’iyesine yardım edebilir. Nasıl kelâm, delâlet-i vaz’iye ile ma’nayı gösterir, öyle de böyle üslûb ise tabiatıyla ma’naya işâret eder. Eğer bir nümûne istersen Dokuzuncu Mes’eledeki Arabî parçalarına bak. İşte: