O da, te’sirini muhafaza etmek için icra edecek bir mukannine.. o mukannin dahi zâhiren ve bâtınen hâkimiyetini muhafaza etmek için maddeten ve ma’nen tefevvuka.. hem de Sâni-i Âlem’in tarafından ba’zı umûr ile muhassas olmasıyla bir imtiyaz ve kuvvet-i nisbete, hem de evamirine olan itaatı te’min ve tesis eden azamet-i Sâni’in tasavvurunu zihinlerde idâme edecek bir müzekkire-i mükerrere olan ibâdete muhtaçtır. O ibâdet dahi Sâni’in canibine efkârı tevcih eder. O teveccüh ise inkıyadı tesis, o inkıyad dahi, nizam-ı ekmele îsal eder. O nizam-ı ekmel dahi, sırr-ı hikmetten tevellüd eder. Sırr-ı hikmet dahi ademü’l-abesiyeti ve Sâni’in hikmeti, masnu’daki teennuku kendine şâhid gösterir.
İşte eğer insanın hayvandan şu cihat-ı selâse ile olan temayüzünü derk edebildin; bizzarure netice veriyor ki: Nübüvvet-i mutlaka, nev’-i beşerde kutub, belki merkez ve bir mihverdir ki; ahvâl-i beşer onun üzerine deveran ediyor. Şöyle ki:
Cihet-i ûlâda dikkat et! Bak nasıl sevkü’l-insaniyet ve meyl-i tabiînin adem-i kifayeti ve nazarın kusuru ve tarîk-ı akıldaki evhamın ihtilatı, nasıl nev’-i beşeri eşedd-i ihtiyaçla bir mürşid ve muallime muhtaç eder. O mürşid Peygamberdir.
İkinci cihette tedebbür et. Şöyle: İnsandaki lâyetenahîlik ve tabiatındaki meylü’t-tecavüz ve kuva ve âmâlindeki adem-i tahdid ve âlemdeki meylü’l-istikmalin dalı hükmünde olan insandaki meylü’t-terakkinin semeresi hükmünde olan kamet-i namiye-i isti’dâd-ı insanîsine intibak etmeyen; belki camid ve muvakkat olan kanun-u beşer ki: Tedricen tecarüb ile hasıl olan netaic-i efkârın telahukuyla vücûda gelen o kavânin-i beşer, şu semere-i isti’dâdın çekirdeklerinin terbiye ve imdâdına adem-i kifayetinin sebebiyle; maddeten ve ma’nen iki âlemde saâdet-i beşeri te’min edecek, hem de kamet-i isti’dâdının büyümesiyle tevessü’ edecek, zîhayat ve ebediye bir şerîat-ı İlâhîyeye ihtiyaç gösterir. İşte şerîatı getiren Peygamberdir.